KARAMANOĞULLARI

 

Karamanoğullarında en önemli kaynak, Dehhanî ve Yaricanî'nin mesnevi tarzında kaleme aldıkları, <Karaman Şehnamesi>dir. Bu şehname Farsça olup, 1361-1368’de Karamanoğulları Beyliği iktidarında bulunan Alâeddin Ali Bey'in zamanında yazılmış , XV.yy’da yaşamış  Osmanlı şairi Şikârî tarafından (öl:1512)Türkçe'ye düz yazı olarak çevrilmiş, <Şikârî'nin Karaman Tarihi tercümesi> (Şikârî Tarihi) adıyla anılır olmuştur.  [A.04/17,134-136]

Yaricanî Şehnameye şöyle başlar:

"Kâlhan oğullarından, Şirvan Han neslinden, Oğuz taifesi beylerinden, Sadeddin derler, bir bey var idi. Şirvan Vilâyetinden gelip çıkmış idi. Çok kabile idi. Rast on bin oba idi. Konar-göçerler idi."

 

 

 

Nure Sofî (1230 / 1231 – 1255 )

Böylece Karaman aşireti Türkmenleri konar-göçer olarak yaz mevsimlerinde Sivas ve Kayseri'ye geldikleri, kışın da diyar-i Acem’e döndüklerini öğreniyoruz. Yaricanî, bunlara Oğuz Taifesi derler idi, diyor. Ve zaman zaman Ermeni kâfirleriyle cenk ettiklerini de ilâve ediyor. Beylerinin adı Sadeddin, kardeşininki ise İmameddin'dir. Beyin oğlu Nureddin adını taşımaktadır. Yaricanî, Oğuz taifesi dediği bu aşiretin beraberinde yine konar-göçer olan Türkmen taifesinden de ayrıca bahsetmektedir. Türkmen taifesinin beyine, Hayreddin derler idi diyor. Zamanla Sadeddin Bey vefat eder. Yerine oğlu Nureddin'i, <Bey> tayin ediyorlar. Türkmen Beyi Hayreddin, bir gün "Ey Nureddin Bey! Konup-göçmekten usandık, bari Herakl kal'asını kâfir elinden alıp mekân edinsek" diyor. Oğuz beyleri­nin de bu sözü makul görmeleri üzerine, Nureddin'in kumanda­sında, İmamedin ve Hayreddin Beyler, Nureddin Beyin kethüdası oluyorlar. On bin yiğit atlı ve yaya eri birleştiriyor­lar. 1215 yılı civarında, Herakl kal'asına yürüyüşe geçiyorlar. Herakl’de, Rumların <Kosun Bey> adlı bir kumandan­ları vardır...

Nureddin Bey kuvvetlerini dört guruba ayırıyor. Önce Turgut ve Bayburt Beylerin kumandasında iki gurubu, asıl savaşın ceryan edeceği bölgede pusuya yerleştiriyor. Kaya Bey’le Mirza Bey kumandasındaki bir miktar askeri, kale kapısı­na doğru sürüyor. Kendisi ise, Kethüdaları İmameddin ve Hayreddin ile gizlice, kalenin yanlarına doğru sokuluyor.

Kaya ve Mirza kuvvetlerinin doğrudan kaleye yöneldiğini gören kafirler, başlarında kumandanları Kosun Bey olduğu halde, kaleden çıkıp Karamanoğlu kuvvetlerinin üzerine saldırıyorlar. Yüz yüze cenk başlıyor. Kosun, var gücüyle hücum ediyor, Türkmenleri sıkıştırıyor. Bir süre geçtikten sonra, Türkmenler geri çekilmeye başlıyorlar. Herakl askerleri onların peşine takılıyor. Belli bir mevkiye gelindiği zaman pusuda yatan Turgut ve Bayburt beyler, dört bin Oğuz askerini meyda­na çıkarıp, kâfiri yanlarından sarıyorlar. Tam bu esnada kaçmakta olduğu zannedilen Kaya ve Mirza kuvvetleri de ani bir dönüş yaparak, kendilerini kovalayan Rumların ve Kosun Beyin karşısına dikiliyorlar. Arkada, kale tarafında ise, başlarında Nureddin Bey, İmameddin ve Hayreddin emrindeki Oğuz ve Türkmenler geriden hücuma geçiyorlar. Dört bir yandan kıskıvrak sarılmış bulunan düşmanla zorlu bir savaş başlıyor. Üç gün süren cengin sonunda, dört bin er şehit oluyor. Kafirlerin tamamı kırılıyor ve güçlükle Kosun bey yaka­lanıyor. Böylece konar-göçer hayattan yerleşik düzene geçmeye karar vermiş olan Oğuz ve Türkmen Karamanoğlu aşiretleri, ilk kaleyi bu zaferin sonunda elde ediyorlar. Kale halkı, civara sürgün ediliyor. Nureddin Bey, kâfir kumandanı Kosun Bey’e karşı çok iyi davranıyor. Beyin bilgeliğini, aklını, ince zekâsını, gücünü yakından gören Kosun Bey, Müslümanlığı kabul ediyor. Turgut Bey ona kızını veriyor. Karamanoğulları, daha sonraki savaşlarda çok büyük yararlıklar gösterecek Kosun Beyi damat yaparak, değerlendirmiş oluyorlar.

1220’ye kadar Ereğli'de yaşayan Karamanoğulları, konar göçerliği bırakmış bulunduklarından, hayvanları için yaylak ihtiyacını 1217 de Sivas yaylaklarını zaptederek çevreye yayılmaya başlıyorlar. Sivas Bey’i Hacı Bahadır, Kürt kavmini topluyor. Eşref Beyin kumandasında Karaman kuvvetlerinin üzerine gönderiyor. Kalabalık bir ordunun üstlerine geldiğini görünce Nureddin Bey, çarpışmaktansa hile gerek diyerek Kosun'u, bin asker ile Sivas'a gönderiyor.

Karamanlılar üzerine sefere çıkan Hacı Bahadır, Sivas'ta kendi yerine oğlu Menteşe'yi kumandan olarak bırakmıştır. Kosun, Sivas kalesinde Menteşe'ye, Karamanoğullarına isyan ettiğini, kendilerinin bu savaşta Sivaslılarla birlikte olacaklarına Menteşe'yi inandırıyor ve birlikte yemek yiyip, içip eğlenirken Menteşe'yi ele geçiriyor ve o gece bin kişiyle Sivas kalesini fethediyor. Nureddin Beye de mektup gönderip, durumu bildiriyor. Böylece, akşama kadar Karamanoğulları ve Hacı Bahadır arasında süren şiddetli savaşın arkasından, iki taraf güçleri, gece dolayısıyla istirahata çekildikleri zaman, Nureddin Bey bütün kuvvetlerini toplayıp gizlice Sivas'a hareket ediyor. Sivas'a ulaşan Nureddin Bey, Menteşe'yi ve onunla birlikte hapsedilen diğer Kürt beylerini azad edip, hepsine hilât veriyor ve Menteşe'ye: "Bu savaşta bizim günahımız yok, baban bize kasdeyledi" diyerek, Menteşe'yi babası Hacı Bahadır'a gönderiyor. Böylece, Menteşe, kabahati babasında görüp Nuredin'i haklı çıkararak, Karamanlılar’la sulh yapmaktan başka çare bulunmadığına babasını ikna ediyor.

Daha önceki yıllarda, Sivas Bey’i Hacı Bahadır, Selçuk Sultanı’na başkaldırıp, Hutbeyi kendi namına okutmuş. Sultan, Sivas'a bir sefer hazırlığı içindeyken, Oğuz Beyleri’nin Sivas'ı,Hacı Bahadır'ın elinden aldığı haberi, Selçuk Sultanına ulaşıyor. Sultan, Kayseri beyi Cafer'e mektup göndererek Sivas'ı alanın kim olduğunu öğrenmesini istiyor. Cafer Bey, kardeşi Ali Bey aracılığı ile Nureddin'in cevabını, Konya'ya götürüyor. Nureddin Bey verdiği cevapta:

"Han oğlu Han, Kâlhan oğluyum. Vilâyetimizi düşman talan eyledi. Cümle kabilemle Rum’a çıktım. Sair kulların gibi ben de kulunum, ricam oldur ki, saye-i himmetinde hoş geçem" demiş. [A.01/13]

Selçuk Sultanı bu cevaptan hoşlanıp, Kayseri Beyi Cafere, Nureddin Beyi Konya'ya getirmesini emrediyor. Nureddin Bey birkaç gün içerisinde Cafer Beyle birlikte, Saraya geliyor. Büyük bir alayiş içinde toplanmış bulunan divanda, Sultanın huzuruna çıkıyor. Sultan, Nureddin'i <Emsalsiz bir yiğit ki, gözler görmüş değil> şeklinde, beğenip, hilat giydiriyor. Kırk gün yanında alıkoyup, tabl ve alem verip, kılıç kuşatı­yor. Böylece, Karamanoğulları Hükümranlığı, 1219–1220’den  itibaren <Resmen>  başla­mış oluyor.

Nureddin Bey Cafer Beyle birlikte, Konya'dan Kayseri'ye geliyor. Cafer Bey, kız kardeşini Nureddin Bey’le evlendiriyor. Birkaçay sonra Sivas'a gönderiyor. Böylece Nureddin Bey Moğollar’dan bir kız almış oluyor. Ertesi sene bir oğlu doğuyor, adını Karaman koyuyorlar. 1222 yılı sonlarından itibaren daha beş yıl Sivas'ta kalıyorlar. ( 1227 )

Selçuk sultanı I. Alâeddin Keykubad ( 1219 – 1237 ) Ermenek çevresindeki Rum ve Ermenilerden bezgindir. Veziri Süleyman Paşa, kendilerinin Ermenek üzerine sefer yapmasına gerek bulunmadığını, Oğuz Bey’i Nureddin’e, mektup göndererek, oraların fethedilmesini tavsiye ediyor. Davet üzerine, Oğuzlar, Türkmenler ve Kürt Beyleri toplanıp Konya'ya geliyorlar. Sultanla görüştükten sonra, Aladağ üzerinden Ermenek' e yürüyorlar.

Zorlu bir savaştan sonra 1228 yılında Ermenek kalesini fethediyorlar. Oradan Mut'a geçiyor­lar. Kırk günde Mut'u, sonra Gülnar'ı ve sonra da Mara kalesini fethediyorlar. Bulgar taifesi ile de zorlu bir savaşa girişiyorlar. Bulgar Beyi Yahşi, savaşta ölüyor. Bulgar askeri Nureddin Bey’e biat ediyor. Yahşi Hanın oğlu Aydın Bey, Nureddini baba kabul ediyor. <Dosta dost, düşmana düşman> olmaya sözleşiyorlar.

Karamanoğulları Beyliği’nin Anadolu'da kuruluşunu üstlenmek gibi yüce bir şerefe sahip bulunan Nurettin Bey’in, Herakl kalesinden sonra Sivas’ı zaptetmesi, Selçuk Sultanı Alaeddin Beyle görüşmesi, Ermenek, Mut, Mara, Bulgar kal'alarını fethetmesi gibi büyük askeri zaferlerden sonra, Ermenek’te de kalmadı. Son zapt edilen kal'a anahtarları­nı Selçuklu Sultanına gönderdi. Sultan öylesine memnun olur ki, hil’at, kılıç, tabl ve alemle birlikte bir de mektup yazarak, Aksaray'da bulunan amca oğlu Melik Arslan kumandasında bir heyeti Nurettin Bey’e gönderir.

Melik Arslan, Karamanoğlunu, Mara’da kaleyi tamir eder­ken bulur. Orada bir ay beraber kalırlar. Melik Arslan genç Karamanbeyi orada tanır. Onu çok beğenir, kanı kaynar, çok sever, babasının izniyle onu oğul edinir. Böylece Karamanbey, birisi kan bağı ile, diğeri beğeni ve sevgi bağı ile iki ayrı babaya sahip olur.

***

Karamanoğulları kuruluşundan sona erişine kadar Ereğli, Ermenek, Lârende, Mut ve Konya’yı Başşehir olarak kullanmışlar, Karaman Bey’i bu şehirlerden her hangi birisinde oturduğu gibi, iktidar döneminde bir başka şehirde de yönetime devam edip, orayı Başşehir yapmıştır. Aynı zamanda diğer kardeşlerden herhangi birisi veya bir Şehzade’nin İkinci bir Başşehir edindiği de görülmüştür.

Karamanoğulları Beyliğinin ilk Beyi Nurettin Bey veya Nure Sufî, Herakl (Ereğli)’yi zapt edene kadar Konar-göçer gezgin’dir. Herakl’in zaptından sonra, Başşehri Ereğli’dir. 1228’de, Ermenek-Kamışlıyı yurt edindikten ve Ermenek’in zaptında sonra Başşehir Ermenek’tir.

Nure Sufî’nin eşi, Selçuk’un Kayseri emiri Cafer Bey’in kızıdır. Aynı zamanda Ertana Bey’in de halası olur. Nure Sofî’nin çocukları: Kızı yoktur, yedi oğlu vardır.

Kerimüddin Karaman: (1255-1263)’te Karaman Beyi.

Bonsuz: 1261 de Kavale kalesinde şehit olmuştur.

Zeynel Hac: 1261 de Kavale kalesinde şehit olmuştur. Oğlu Hacı Beyler Selçuk Sultanlığında Karaman Valisi olarak görev yapmış, Karaman Bey tarafından, Karaman’ın zapt edilmesi esnasında idam edilmiştir. Hacı Beyler oğulları Sadeddin, Kasım, Halil iktidarda olan Karaman Beyleri ile mücadele içerisinde bulunmuşlar, Karamanoğlu Beylerinden Sultan Seyfeddin Süleyman Şah (1356-1361)’a yapılan suikasta yer aldıkları için, Sultan Alâeddin Ali tarafından 1361 de idam eilmişlerdir. Hacı Beyler oğlu Halil’in Süleyman Paşa ve Süleyman Paşanın da Karaman isimli bir oğlu vardır.

Oğuz Han: Alanya Emiri. Timur Han: Şam Emiri’dir.

Hayreddin Bey: Arabistan’da kumandanlık ve Hicaz Emirliği yaptı. Kemaleddin’in görevi, tam belirlenememiştir.

Karamanoğulları Beyliğinde ilk Bey, Nure Sofî döneminde içte ve dışta gelişen bazı olayların kronolojık dizilişi:

1227 Kamar-aldin Lalayı Ermenek sipahtarıdır.

1227-28 Karamanlılar’ın Ermeneğe yerleştiler.

1231 Nure Sûfî,  Şeyh İlyas’a 2.kez gitti,  yedi yıl kaldı.

1234 Baba İlyas’ın <BABAÎ> İsyanı.

1235 Karamanoğullarının Kilikyaya yerleşmesi.

1235 Karaman Beyin tekrar, <İstiklal> ilânı.

1236-1246 Gıyaseddin Keyhusrev’in saltanatı.

1238 Baba İlyas’ın Kırşehir Malya ovasında yenilişi.

1238 Nure Sofî’nin  Baba İlyas’tan Karaman’a dönüşü.

1239 Baba İlyas’ın Amasya yenilğisi.

1243 Karaman Bey, Celayir ve Kıtayları ovaya yerleştirdi.

1243 KÖSEDAĞ Muharebesi (Selçuk Moğal’a yenildi).

1246-1249 İzzeddin Keyhusrev (Keyhavus II.) iktidarı.

1248-1249 Ruknettin Kılıçaslan IV İktidarı.

1249-1257 II. İzeddin Keykavus, IV. Rukneddin Kılıçaslan, II. Alâeddin Keykubat üçlüsünün (İlhaniler’ce Selçuklu tahtı üçe bölünüp her ayrı bölgeye ayrı Hükümdar atandı).

1253-1254 Karamanoğlu Mehmetbey’in doğumu.

1254 Ermeni tekfuru Heytum’a ait Gorigos Kalesi, Afşar Reisi  İslâm Bey tarafından yağma edildi.

***

 

 

 

 

Kerimüddin Karaman ( 1255-1263 )

Fetihlerin arkasından altı yıl daha geçer. Büyük bir itina ile eğitim ve öğretime proğlamlanan Karaman bey, devleti ve Karamanoğullarını yönetecek kıvama gelince, Nurettin Bey, en verimli yaşında Beyliği oğluna bırakır. Kendisi daha önceki yıllarda da iki kez ziyaretine gittiği Baba İlyas Horasaniyle buluşmak üzere, Maraş taraflarına yollanır. Baba Resul namıyla da ün yapmış olan Baba İlyas'ın yanında, yedi yıl kalır. Bu beraberlik, ona <Nure Sûfî> ünvanını kazındırır. Nurettin Bey, Baba İlyas'la birlikte bulunduğu süre zarfında, dini bilimlerin tamamını öğrenmiş, Tâcül-Arifin, Seyyid. Ebu'l Vefa Bağdadî'den, Dede Garkın yoluyla gelen <Vefailik>’i ve Hacı Ahmet Yesevî ile Anadolu'ya ulaşan <Tasavvuf> geleneklerini hatmettiği gibi, 6 yıl süre ile yeraltında <Çilehane> de kalarak <Sofî> adını kazandığı yüce mertebeye ulaşmıştır.

Pek çok araştırmacı ve tarihçinin kabul ettiği veya zannettiği gibi <Babailik> bir tarikat veya mezhep değildir. Babailik olayını ve Babaî isyanlarını ele alırken her şeyden önce, o günkü Anadolu’yu yakından görmek, çok iyi araştırmak, Halk- Saray- Devlet ilişkilerini gerçeğe en yakın şekilde ortaya koymak gerekir.

Halâ cevabı verilmemiş pek çok sorunun, iyice ve açıkça cevaplandırılmasından sonra Babailik ve Babaî isyanları üzerinde söylenecek yepyeni laflar ortaya çıkacaktır.

Karamanoğulları’nın ucu Orta Asya’ya, Horasana kadar uzanan akraba yakınlıkları arasında, Yunus Emre’nin dedeleri <İsmail Hacı> topluluğu ile ve Baba İlyasın dedeleri ve babası, <Şeyh Ali Efendi> arasında sıhriyet (akrabalık) bağları göz önüne alındığı zaman, Yunus Emre dedelerinin, Taptuk Emre’nin Şeyhi Sinan Efendinin, Mansur Dede’nin, Mevlâna Celâleddin ailesinin, Şeyh Aliyyi Semerkandî’nin, Molla Fenari ailelerinin, niçin önce Karaman’a uğrayıp, belli bir süre erginlik, olgunluk devresi geçirdikten sonra, görevlerini ifa için, belli yerlere dağıldıklarını anlamak hayli kolaylaşır. Hatta, Karamanoğlu Mehmetbey’in, Nure Sofu’dan seneler sonra, Konya’yı fethinde, Baba İlyas oğlu Muhlis Paşa’yı Konya tahtına oturmasının da nedeni kolayca anlaşılır.

Benzer pek çok konunun sırrı, Karamanoğulları tarihinin daha yakından ele alınması ile çözülecek, soruların cevabı bulunacak, Türk tarihini, Türk milletine yanlış ve eksik öğretenlerin noksanları böylece silinebilecektir.

Olayların gidişatını anlatmadan önce, Karamanoğlu Mehmetbey'in anatomik yapısı, görünümü, kuvveti konusunda bir fikir edinebilmemiz için birkaç örnekleme ile babasını, hattâ dedesini gözler önüne getirmeye çalışacağım. Yukarıda Nureddin Bey’le Selçuk Sultanı I. Alâeddin Keykubat'ın ilk görüşmelerinde, Nureddin'i: "Emsalsiz bir yiğit ki, gözler görmüş değil" şeklinde beğenip hürmet ettiğini belirtmiştik. Şimdi de Nureddin Beyin oğlu, Mehmetbeyin babası Karaman Bey'i, Yaricâni kaleminden naklen sergileyeceğim. [A01–17]

"Kayseriyye Beyi Cafer Bey, Karaman'ın dayısı idi. Vefat edip, bir oğlu, yerine <Bey> oldu. Adına Ertena derlerdi. Öyle büyük adam idi ki, gören <Dev> sanırdı. Asla at çekmezdi. Sığıra binerdi. Saldığı gürzü yerinden on adam kaldıramazdı. Velhasıl Karaman Sivas'a gelip, dayısı oğluna haber gönderdi. Gelsin diye. Ertena dahi haber gönderdi ki, “öyle her adamın ayağı­na varamam. Eğer bana askerin çokluğunu bildirirse, cümlesin yalnız başıma kırarım” dedi. Karaman bu kelâmı işidüp, hemen suret değişüp, Kayseriye’ye geldi. Ertena'nın Sarayı önünde durdu. Ertena, her seher çıkar sarayı önünde gürz salardı. Ol gün çıkup, gürzlerin önüne dizüp, salmağa başladı. Karaman gördü. Tenha... Yanında dört adamı var. Anlar seyreder. Ertena gürzü salar. Karaman, <Ya Allah!> diyüp irişti, çoban şeklinde, gürzün birini kaldırup Ertena'nın üstüne yürüdü. Ertena gördü ki, bir siyah çehre, uzun boylu yiğit... Gürzünü bir değnek gibi getirüp, üstüne yürür...

Karşı varam sandı. Karaman şöyle vurdu ki, aklı başından gitti, yıkıldı. Karaman, Ertana’nın gürzün ve hançerin alıp Sivas'a doğru revan oldu. Ertena'yı, kulları gelüp saraya götürdüler. Karaman'ın ardınca seğirittiler, kim idüğün bilmediler.

Karaman Sivas'a geldi. Hemen Kaya Bey ile gürzü ve hançe­ri Ertena'ya gönderdi. Ertena korkup, Beylerin alup, Sivas'a gelip, Karaman'a buluşup, eğlenceye başladılar."

Karaman Beyin bu gösterisini, Sultan Alâeddin'in o civarda­ki Moğol Beyleri Ata Beyle Melik Nasır duymuşlar, Karaman'ın etrafında birlik olmuşlardı. O sıralarda Şam'dan yedi bin yiğitle birlikte, <Hamid> isimli bir büyük silahşor Sivas'a geldi. Karaman Bey'den büyük hürmet gördü. Karaman Bey ve Ertena ondan <Silahşorluk ilmi>’ni tahsil ettiler. Hamid Bey daha sonraları 1240’lı yıllarda Ertena Bey ile Karaman Bey’e Silahşörlük dersleri verdiği gibi, 1263–1271 Yılları arasında da Karamanoğlu Mehmetbey’e ve kardeşi Mahmud Bey’e, yine Harp Sanatı ve Silahşörlük öğretecektir. Mevlâna Arız’ın yanında kaldıkları sürece Mehmetbey’in yetiştirilmesinde büyük hizmeti geçecek olan Hamid Bey’in evlatlarının, daha sonraki yıllarda Karamanoğulları ile yakın ilişkileri devam edecektir. Hamid Bey’in çocukları ve torunları ileriki yıllarda Antalya ve çevresinde yurt tutacak, Teke ve Hamitoğulları Beyliği’nin kurucuları olacaklardır. [A01/140]

Karaman Bey’le Sultan Alâeddin birbirlerine karşı tam bir güven ve itimat içindeydiler.

Tarsus Bey’i Yahşi Han’la, oğlu Aydın Bey arasında anlaşmazlık çıkmış Aydın Bey yenilince, Karaman'dan yardım istemiş, Karaman Bey de Tarsus'a Oğuz ve Moğol beyleriyle saldırıp, Yahşi Hanı tutuklamış, Tarsus'u Bulgar toprağına katıp, Aydın’ı başına <Bey> tayin etmiştir. Yahşi Han, Sultan Alâeddin divanına gidip, Karaman'ı şikâyet etti. Sultan Alâeddin Karaman Bey’in yakalanıp getirilmesini emredince, Germiyan Bey ve Lârende hakimi Hacı Bey:

"Kendin varsan onunla cenk etmeye gücün yetmez!" diyerek Sultanı korkuttular ve ona mektup yazıp davet edelim, hıyaneti yoksa gelir düşüncesiyle, Sultanın amcası, Karaman’ın manevi babası ve kayın pederi Melik Arslan’ı, yazılan mektup ve Süleyman Paşa ile Karaman'a gönderdi. Mektup Karaman'a ulaştıktan sonra Süleyman Paşa Konya'ya döndü. "Padişahım yakın zamanda böyle bir <Dilâver> zuhur eylememiştir. Kahramanlar, darbına karşı duramaz, haşa ki Padişahıma hıyanet ede. Zira mektubu sunduğumuz gibi, bir an karar eylemeyip uygun gördü. Eğer gelmese Süleyman'ın devleri bile, anı bunda getürmeğe kadir olmıya" dedi.

Karaman’da ise, Karaman Beyin yola hazırlanması üzerine, kayınpederi Melik Arslan: "Ey Karaman Bey! Bilmiş ol, Sultan sana hiyle idüp, vardığın saat seni helak eder. Zira seni hain bildirdiler."

Karaman'ın beyleri de, Konya'ya gitmesini doğru bulmadılarsa da, Karaman: "Emir Hüdânın'dır. Ben ana hiç nesne eylemedim, İnşallah ol dahi bena nesne idemez"deyip, kırk bin er ve iki yüz otuz pehlivanla Konya'ya gitti. Sultan, Onu büyük bir debdebe ile karşıladı. Karaman Bey, altın bir kürsüde oturan Selçuk Sultanı’nın, edeple dizini öptü.”

Burada yine Yaricanî'den nakledelim:

“Sultan Karaman'ı gördü. <Kaddü-kamet>’te <Bülend> dilâverdir ki, zamanın Rüstem’idir. Sultan beğendi, izzet ikram eyledi. Ol kırk yiğitleri sordu. Bunlar kimdir dedi? Karaman eyder: Padişahım, <Beyzadeler>’dir. Her biri bin kılıçtır, dehrin (zamanın) kahramanları ve asrın nerimanlarıdır. Ermenistan devlerini, bu dilâverler ile zapteyledim dedi. Sultan cümlesine hil’at verdi."

Karaman Bey, üç ay Sultanla birlikte av ve eğlencede oldular. Sultanın yüz otuz okkalık gürz kullanmasına karşılık, Karaman yüz altmış okka gürz kullanıyordu. Kemankeşlikte (Ok ve Yay Kullanmada) ve gürz salmada Karaman'dan üstün kimsenin bulunmadığı kaydedilir.

Karaman Bey, Selçuk Sultanının yanında kaldığı sürece, ayin-î askerî' yi (askerî erkân ve merasimi), tarz-ı sahî' yi (resmi belge­leri tanzim ve onaylama, yani bürokrasi usullerini) öğrendi. Aralarında öylesine bir yakınlık doğdu ki, Sultan Karaman' sız bir lokma yemez hale geldi. [A.01 / 21 ]

Karaman Bey Selçuk Sultanı tarafından Konya'ya davet edil­diği zaman, geride Vilâyete göz kulak olmaları için, Aydın Bey’i, Bulgar askerinin başına, Hamit Bey ile Moğol Devletşah’ı, on altı bin erden oluşan Mut askerinin başına koyup gitmişti.

Silifke kâfiri, Görkes'ten, Payas'tan, İskenderun'dan yardım getirip, <Andorya> namında birinin kumandasında, yirmi bin demir donlu askeri, <Kız Kalesi> önlerinde konup oturtmuştu. Ayrıca Antalya ve Kıbrıs'a yardım göndermeleri için mektup salmışlardı.

İlk önce Fisandon kumandasında iki bin zırhlı, yaya ve süvariyi Mut üzerine yolladılar. Kaleye saldırıp, yağma ettiler, yaktılar, yıktılar, nice Müslüman’ı katlettiler. Mut'tan, Hamit Beye, Aydın Beye ve Devletşah’a haberciler gitti. Aydın Bey, dört bin Bulgar piyadesiyle Mut'a yetişip, kâfirle cenge başla­dı. Bulgar askeri, cüsse itibariyle ufak-tefek olmasına rağmen, sapan ile iyi taş atmada çok ün yapmıştır. Bugün bile Ayrancı köylerinde, atıcılıktaki erdemlerini aynen muhafaza etmektedirler. Doktor Faruk Sükan Bey'in İçişleri Bakanlığı yaptığı yıllarda, Ayrancı-İçel hududu arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkta, uzaktan attıkları sapan taşlarıyla kolluk kuvvetlerini, kendilerine yaklaştırmayıp püskürtmüşler, baskı sağlamışlardır.

Aydın Bey kumandasındaki Bulgar askeri, o gün çok kâfir kırıp, kalan düşmanı Mut'tan, Silifke Kalesine kadar kovaladı. Silifke'ye eriştiklerinde, kaleden çıkan iki bin asker Aydın Bey'in üzerine saldırdılar. Yorgun ve bitkin Karaman askeri, taze düşman karşısında geriledi. Tam bu esnada, dört bin er ile Hamit Bey erişti. İki taraf hızla bir birine girdi. Kılıç sedası göklere çıktı. Düşman, yenileceğini anlayınca, acele Kız Kalesi önünde bekleyen kuvvetlere haber ulaştırdı. Yirmi bin zırha bürünmüş kâfir, demir ve çelik deryası gibi Silifke'ye yetiştiler. Yirmi bine karşı, dört bin Moğol süvari, on iki bin Müslüman piyade yüz yüze geldiler. Çarpışma başladı... Savaş sürerken İskenderun ve Payas'tan, on altı bin kâfire karşı, on altı bin Müslüman yılmadan akşama kadar vuruştu. Sahra kanla doldu. Sonunda, Karaman askeri zebun oldu. Yorgun, bitkin, emsiz hale düştüler. Kaçmayı doğru görmeyip, geriye çekilerek bir yere kondular. Karaman Bey’e, uzun uzadıya bir mektup yazıp Konya'ya gönderdiler. Cevap gelene kadar da boş durmadılar. Kâh döğüşle, kâh hile ile cengi devam ettirdiler.

Çelikle donanmış otuz altı bin kafire karşı, Silifke önünde kıyasıya savaşıp çekilen Karamanoğlarından gönderilen mektup Konya'ya vardığı zaman, Karaman Bey ile Selçuk Sultanı, divanda görüşme halindeydiler.

Süleyman Paşa gelen mektubu Sultanlara okuyunca, cümle Beyler ağlaştı. Karaman, Sultanın dizini öpüp izin istedi.

Selçuk Sultanı hazinesini açtırıp, Karaman’a yedi bin davudî zırh bağışladı. Tabl ve alem verdi. Kırk dilâvere, murassa rahtlı (donanmış eyerli) kırk at ile, kırk altın cebe (zırh) hediye etti. Karaman Bey’e emsalsiz bir siyah at ve murassa  kılıç kuşattı ... Sonra:

"Ey Karaman!, Ben adû (hasım, düşman) sözüne uyup, sana kıymadım. Lâyık olan oldur ki, sen dahi bana hiyanet idip zor-u- bazına (koluyun kuvvetine) ve askerine dayanıp, benim Vilâyetime kasd eylemiyesin" dedi. Karaman: "Benim ahdim (yeminim) olsun ki, senden yana tiğ (kılıç) çekmiyem" cevabını verdi. Ahitnameler (antlaşmalar) yazdılar.

Karaman Bey, ejderha görünümündeki kırk pehlivanı ile aslanlar gibi güm güm gümleyip kaleden çıktı. Sultanla vedalaştıktan sonra bayrak açtı. Küs ve Nekkâre (iki tokmaklı davul) döğerek Konya’dan  çıkıp konakladı.

Selçuk Sultanı, Karaman’ın peşi sıra konak yerine, yüz yük bal, yağ, buğday, pirinç ve yiyecekleri, Melik Arslanla birlikte gönderdi.

Karaman Bey’in ayrılışından sonra toplanan divanda, Hacı Beyler: "Padişahım, mülk elden çıkardın" dedi. Sultan bu laf karşısında üzüntüsünü belli edince, Süleyman Paşa:

"Padişahım gam çekme, mülk Allah’ındır. Hercibadabad (Ne olursa olsun) viren  O' dur" diyerek teselli etti.

Karaman Bey, konaklama yerine iner inmez askerlerini dört bölüğe ayırdı: On bin Kürdistan askerini, Menteşe, Eşref ve Kosun kumandasında, Silifke'ye gönderdi.

Tarsus tarafından on bin askeri, Turgut, Bayburd, Kaya Bey ile Türkmen ve Oğuz Beyleri kumandasında, <Mara> semtine yolladı.

On bin Moğol’u, Mirza Bahadır ve Kayseri'ye Beyi Ertana emrine vererek, ayrı bir yönden görevlendirdi.

Karamanoğulları ordusunda adı geçen bu Beyler, birkaç on yıldan sonra, Anadolu’da  kendi adları ve oğulları ile <Beylikler> olarak tekrar karşımıza çıkacağını da, vesile ile duyurmak isterim.

Yedi bin Davudî zırhlı askerin başında ise, Karaman Bey’in bizzat kendisi yer alarak Mut sahrasına,<Deve Meydanı>na erişti.

Düşmanla kâh dövüşerek, kâh hile düzenleyerek, ara vermeden cenge devam eden Aydın ve Hamid beyler, Silifke önünden tam çekilmeğe hazırlanırken, Mut tarafından gözü­ken toz bulutlarının yanı sıra, Tekbir sedâları işitmeye başladı­lar. "Allah Allah!" ve "Allahü Ekber!" nidaları dağları, ovayı tir tir titreterek, Allanın büyüklüğünü, azametini, gücünü, sözcükle­rin kabuğundan çıkarıp fiil olarak, amel olarak, onların gözleri önüne sermekteydi. Başlarında Beyleri, Kürdistan askeri, kâfirin içine öyle bir dalış yaptı ki, tiğ ve gürzün sesi gökleri doldurdu. Çok geçmeden Turgut, Kaya ve Türkmen Beylerinin kumandasındaki on bin asker ortaya çıktı. Derken, Bulgar Beyleri, daha sonra da Kayseriye Beyleri’nin kuvvetleri yetişti.

Çok kalabalık düşman karşısında, zebun duruma düşen ve Karaman Bey’den yardım isteyen, Aydın ve Hamid Bey’e ulaşan güçler geldikçe, savaş şekil değiştiriyor, denk kuvvetlerin cengi bir bayram, bir düğün şekline bürünüyordu.

İlk önce Aydın ve Hamid Beyler, sonra Turgut, Kaya ve Türkmen Beyleri, daha sonra da, Bulgar ve Kayseriye Beyleri yetişmişti. En arkadan, güm güm gümbürdeyen tabl ve nakkare sedâlarının yeri göğü tuttuğu bir çerçevenin içerisinde, Karaman Bey gözüktü. Birleşen Karamanoğlu kuvvetleri, kâfiri alıp, öyle tiğ vurdular ki, sahra leşlerle doldu.

Gece gündüz yedi gün cenk devam etti. Toz dünyayı bürü­dü. Akla kara seçilemez oldu. Müslüman askerlerinin her biri, ejderhalar gibi düşmana saldırıyordu. Özellikle, kırk pehlivan ile Karaman Bey, Hazreti Hamza’varî nara atarak, düşmanı bölük bölük böldüler. Kimini gürz ile hurdahaş eylediler, kimi­ni kargı ile, süngü ile bağrını deldiler; Dilâverler kaplan gibi kana bulandılar. Karaman Bey, toplu haldeki düşmanın içine daldığı zaman, iki kafiri birden yakalar,birini ötekine çalar, çarpışan iki testinin birden kırılması gibi, bir çırpıda iki düşmanı helâk ederdi.

Allah-u Teâlâ'nın verdiği güç ve fırsatla kafiri sindirdiler, Kız kalesine kaçırttılar. Peşleri sıra onları kovalıyan Karaman, kale önünde karargâh kurdu. Ancak her bir burcu göğe değen bu kaleden, bir taş bile koparılamayacağını da anladılar. [ A01 / 137 ]

Kaleyi inceledikleri esnada, denizden kırk tane geminin karaya asker çıkardığını, kale kapılarının açılışı ile, kaleden sökün edenlerle birlikte tepeden tırnağa som demire gark olmuş kafir sayısının, elli yedi bine ulaştığını gördüler. Çelik zırhların çıkardığı sesler yeri göğü şangırdatıyordu.

Düşman bir yere cem oldu. Karamanoğlu’nun askerleri de onların karşısına  geçti. Karaman Bey:

"Ey Beyler, kaçmak erlik değildir, cümle şehit olmak gerek­tir. Ta kıyamete kadar namımız erlikte söylene." dedi.

Bütün atlı ve yayalar, alem-pervaz edip (kümelenerek), davullar dövüp, on bin senkendaz (taş atıcı) Bulgar askerlerini öne sürdüler. Sağ kola, Moğol askeri, sol kolda, Kürd ve Türkmen askeri durdu.

Düşman kuvvetleri alay bağlayıp, savaş pozisyonu aldı.

Tekfur Konstantin, İstanbul'dan kırk bin kâfir göndermişti. İskenderun Beyi Merkus, carhacılık’la (çığırtkanlık)ortaya çıktı, meydan okumaya başladı, kendisi ile dövüşecek er istiyordu.

Bu esnada Aydın Bey’in yedi bin yiğidi, sapanlarına taş koyup öyle saldırdılar ki, düşman kafaları tarumar oldu. Aydın Bey bizzat hücuma geçip, yirmi kâfiri tepeledi. Dev gibi, <diraz kamet> (uzun boylu) bir kafir, Aydın beyi yaraladı. Bunu gören Karaman bey, gürzünü aldı, at sürdü, üzengi üzerinde doğru­lup hasmının göğsüne öyle bir vuruş yaptı ki, hurdahaş eyle­di. Olanları gözleyen altmış bin kişilik Hıristiyan ordusu, tümüyle taarruza kalktı. Müslüman kuvvetler de savaş alanına inince, ortalık tam manasıyla karıştı. Toz ve dumandan göz gözü görmez oldu.

Bu cenk, göğüs göğüse, durup dinlenmeden sekiz gün sekiz gece devam etti. Gövdeler dağ gibi yığıldı. Kanlar sel gibi aktı, kılıçlar yıldırım gibi parladı, şimşek gibi çaktı. Ortalık kıya­met gününe döndü. İki taraftan yirmi bin insan toprağa düştü. Müslümanların yarısı kırılmıştı. Dokuzuncu gün Peygamber mucizesi yaşandı. Düşman korkup kaçtı. Karamanlılarda yarasız adem kalmamıştı. Düşmanı kovalayacak takatleri yoktu. Önce yaralarını timar ettiler. Temizleyip, sardılar. Ölenler için ağlaştılar. Sonra, kale önünde yeniden yerlerini aldılar. Kosun Bey’i aracı koyup. Sulh oldular.

Karaman Bey, Görkez, Gorion veya Gorigos da denilen <Kız Kalesi> önünde çok sayıdaki düşmanı yenmiş, mağlubiyeti kabul eden Hıristiyanlar, Silifke kalesini Karaman'a vermeyi, ayrıca yüz bin sikke florin, bin pare kumaş ve yıllık kırk bin altın fidye ödemeyi kabul etmişlerdi. Bu anlaşmalardan sonra Silifke’ye döndüler.

Karaman Bey, Silifke’yi Hamid Bey’e verdi. Beş yüz hisar eri bıraktı. Aydın Bey’i, yedi bin Bulgar askeri ile, Hamid Beyin muhafızlığına tayin etti. Kendisi Mut'a geldi, pişkeş (peşkeş, hediye) ile muştuluk (müjdeleme) mektubu yazıp, esirlerle Sultana sunulmak üzere, Konya'ya gönderdi.

Hem Sultanın amcası, hem de Karaman Bey’in kayınpederi Melik Arslan, yapılan savaşları ve Karaman Bey’in kahramanlıklarını Konya'da bir bir anlattılar. Sultan şadoldu. Muhabbet mektubu yazdı, Hil’at ile Karaman Bey’e iletmek üzere, amcası Melik Arslan’ı yeniden görevlendirdi.

Silifke galibiyetinden sonra Karaman Bey Sivas'a yönelmişti. Oraya varınca, Ertana'yı Kayseri'ye gönderdi. Bir süre sonra, Sultanın mektubu ve Hil’at ile birlikte, Melik Arslan Sivas'a gelince, bütün beylerini çağırıp, cem oldular.

Bu tarihlerde, Engürü (Ankara) halkı Müslüman olduğu halde, beyleri Ermeni idi. <Kara Davut> derlerdi. Selçuk Sultanı’na haraç vererek beyliğini sürdürüyor, fakat Müslüman halka eziyet etmekten de geri durmuyordu. Halk, kendilerine yapılan baskıyı Karaman Beye duyuruyorsa da Karaman, Sultanın koruduğu birine karşı harekete geçmenin, Sultanın kendisine karşı çıkmak şeklinde yorumlanacağını hesap ederek, halktan gelen yardım çağrılarına önem vermez, ilgi göstermezmiş gibi bir tavır takınıyordu.

Bir gün, Kayseri Bey’i Ertana'nın kardeşi Halil Bey, ava çıkmış çevrede dolaşırken, Ankara Bey’i Kara Davut'un karde­şi <Kaypur> ile karşılaştı. Kaypur, Develi Hisarın (Kayserinin Develi ilçesi) Beyi idi; geçmişten beri Halil Bey ile araları açıktı. İki yüz adamıyla birlikte Halil’i yakalayıp, Ankara'ya ağabeyi Kara Davud'un yanına gönderdi.

Kardeşi Halil'in ve adamlarının kaçırılarak, Engürü'ye götürüldüğünü öğrenen Kayseri'ye Beyi Ertana, hemen askerini topladı, Sivas'a giderek, halası oğlu Karaman Beyin huzuruna çıktı: "Hemişe (daima) bu mel'un, Müslümanlara cefa üzeredir, bize dahi cefa üzeredir. Ne buyurursuz, ne tedarik idelim?" Karaman Bey:

"Bir dini yok kafirdir, varup Vilâyetin harap edelim." Dedi. Melik Arslan ise: "Ol kâfiri Sultan ziyade sever, adaveti (düşmanlığı) giderin, vaki olan macerayı Sultana bildirin" şeklinde görüş belirtti. Karaman, hemen bir mektup yazıp, Kaya Bey’le birlikte Şeyh Yunusu Konya'ya gönderdi.

Mektup, divanda Sultana sunuldu. Vezire açtırılıp, okutul­du, cevap yazıldı. Moğol Bey’i İsmail Ağa ile Engürü'ye gönderildi. Kara Davud, nameyi alır almaz, cevabı hazırlayıp Konya'ya çıkardı: "Padişahım, iki hasım birbirine rast gelüp, birbirin helâk eylemişler; benim ortada nem vardır? Karamanın muradı, Vilâ­yet’i benim elimden almaktır, her ne buyurursanız emir sizin­dir." demiş.

Hacıbeyler, Sahip Ata, diğer hasım Vezirler araya girerek:

"Padişahım, Karaman Konya'yı almak diler, murad Engürü değildir" dediler. Sultan mektup hazırlatıp Karaman' a iletti:

"Ey Karaman, elin sözüne gerçek ediyorsun. Edebin ile oturasın?" demiş. Böylece gerginlik. gittikçe artarak, mektuplar on kere gelip gitti. Nihayetinde, Karaman Bey:

"Padişahım, lütuf idüp, müfsid (ara bozucu, fesad) sözüne uyma, bize destûr ver. Müslümanlar, kâfir elinden zebûn’dur” (acizdir) diye yazdı. Sultan, yine de Karaman Beyin Ankara üzerine yürümesine izin vermedi.

Ankara'da Müslüman halka ezâ ve cefâdan geri durmayan Engürü Beyi Ermeni Kara Davudun kardeşi, Develi Karahisar Beyi Kaypur, Kayseri Bey’i Ertana’nın kardeşi Halil ile birlikte iki yüz adamını kaçırınca, Karaman Bey Karahisar üzerine yürümek istemiş, Selçuk Sultanı karşı çıkarak, "Edebinle oturasın!" şeklinde, sert ifadeli cevap kullanmıştı. Israrlı ricalara rağmen izin çıkmayınca, Kayseriye Beyi Ertana: "Ey Karaman Bey!

“Sultan da bildiğinden kalmasın, sür askerin cem eyle” dedi. Aydın ve Kosun Beyi önden çıkardı. Peşlerinden ordusu ile kendisi yürüdü. Kosun ve Aydın, sabah namazı vaktinde, altı bin er ile Develi Karahisar’ı bastılar. Cümle kâfiri kılıçtan geçirip, kaleyi zapt eylediler. Daha sonra Karaman Bey onlara erişti. Cuma namazını orada kıldılar. [ A.01 / 13, 26 ] Baskın haberi, Develi Karahisardan Engürüye ulaştı. Kara Davut, baştan ayağa zırha bürünüp, demire gark olmuş on iki bin Ermeni askeri ile yola çıktı.

Karaman'ın yanında, dört Moğol Beyi bulunuyordu. Devletşah ile kardeşi Babuk, İsmail ağa ile Atabey... Bunların emrinde, on beş bin Tatar askeri vardı. Engürü üzerine, dört Beyin emrindeki on beş bin Tatarı gönderen Karaman Bey, diğer yandan diğer beyleri Turgut, Kosun, Kaya ve İmameddin kumandasındaki Oğuz ve Türkmenleri, bir başka taraftan da Aydın, Menteşe ve Hamid’in emrindeki kuvvetleri ve Mirza Bahadır ile dört bin Kürt askerini yola çıkardı.

Birkaç yönden saldırıya geçen Karamanoğlu kuvvetleri ile, Karadavut kumandasındaki Ermeniler, karşı karşıya gelip cenk yaparken, Karaman, Ertana ile birlikte doğrudan Ankara kalesi­ne saldırıp, Hisarı zaptetti. Kiliseleri camiye çevirdi. Kafirleri Hisar dışına çıkarıp, Müslümanları kale içerisinde topladı. Ve hemen şehrin imarına başladı.

Diğer yanda ise, Kara Davud’un karşısında, bir taraftan Bulgar kavmi, diğer yandan Kürt ve Türkmenler saldırıya geçmişlerdi. Zorlu savaş, sekiz gün devam etti. Daha sonradan, Ankara kalesini zaptetmiş bulunan Karaman ve Ertana kuvvet­leri ile on bin Moğol savaşa dahil olunca, Ermeniler Ankara'ya doğru kaçmaya başladılar. Gelip gördüler ki, Müslümanlar şehri zaptetmiş, çareyi kaçıp kurtulmakta buldular. Bu kaçış, Kars kalesine kadar durup dinlenmeden devam etti. Kaleyi ve çevreyi imar edip orada yerleştiler.

Karaman Bey, Ankara'yı zaptettikten sonra çevre yaylakları Moğollara verdi. Anadolu’ya geldik­lerinde, Sultan onlara, Beyşehir ve Ilgın yaylakları ile Niğde otlaklarını vermişti.

Boy boy, oba oba, Yavuz birer savaşçı olan konar-göçer Moğollar, K. Davud’un Ankara çevresindeki bütün yaylakları kendilerine verilince, Engürü tarafında, başka ne kadar kâfir kalesi varsa, hepsini zaptederek, Karaman Bey’le bir oldular.

Selçuk Sultanı, karşı çıkmasına rağmen, Engürü kalesinin Karaman Bey tarafından zapt edilmesini ve Kara Davut ile Ermenilerin yenilgiden sonra Karsa kadar kaçışlarını duymuş, huzursuz olmuştu. Vezirleri Hacı Beyler ve Emir Musa, Sultana: "Fırsat elde iken helâk eylemedin, şimden geru, kabil olmaz." dediler. Daha öncelerden beri devam eden fitne, fesat, garez, kin yeniden köklenmiş, filizlenmiş oluyordu.

Karaman Bey’e gelince: Ankara'yı zaptından sonra, imar ve yeni düzenlemeler ardından, askeriyle Kayseri’ye geçti. Ertana, Selçuk Sultanının huzursuzlandığını ona duyurdu. Karaman:”Varup buluşuruz"...Yirmi sekiz bin erle hareket etti.

Karaman Bey, Konya'da doğruca Divana varıp, Sultan’a hediyelerini sundu, edeple dizini öptü, aldığı kalelerin anahtarlarını arz etti. Devamlı yerleşmek ve mekân edinmek amacı ile Sultandan, Lârende’yi istedi. Selçuk Sultanı:

"İki pare makbul şehrim vardır, anın dahi birini sana mı vereyim? Lârende atam dedem tahtıdır." dedi. [ A.01 / 28 ]

*

Yeri gelmişken, çoğu tarih kitaplarının tek kelime bile etmediği bir noktayı, burada belirtelim. Anadolu Selçuklu-larının kuruluşu, çoğu kimsenin bildiğini zannettiği gibi Konya'da değil, Melikşah'ın önce Aksaray'a gelişi, oradan Lârende'ye geçip, yerleşmesiyle Karamanda başlamış, oğlu Alparslan’ı Aksaray'a, diğer Oğlu Kılıç Arslanı Konya'ya, kardeşi Ertana'yı da Sıvasa, gönderip, serhatlere (sınırboylarına) göz-kulak olmaları, fırsat çıktıkça fetih yapıp yurt tutmaları talebi ile devam etmiştir. Bu zaman XI. asrın ikinci yarısı sonlarıdır. (1072) [A.01/4,5,6,7]

*

Lârende'yi mekân edinme istediğine karşılık, Selçuk Sultanının verdiği katı cevap, Karaman Bey’i hayli üzmüş olmalıdır ki, tepkisi de hayli sert olmuştur. O vakte kadar kendisine karşı daima sevgi ve yakınlık gösteren Sultanın, bu defa soğuk davranmasına, hiç iltifat etmemesine, getirdiği esirler ve diğer hediyelere ilgi göstermemesine üzülerek, öfkesini belirtmekten çekinmemiştir. Karaman şehname-sinde, Yaricani olayı: "Kakıyıp gitti! (paylayıp, azarlayıp gitti)"şeklinde tarif eder. Karaman Bey’in öfkeli ve ani gidişi, Sultanı korkutmuştu. Süleyman Paşa: "Hasut sözüne uydun, zira Karaman'ın sana hıyaneti yoktu, eğer olsaydı, üç gün içinde cümle mülkünü zapt ederdi, amma Hacı Beyler sözüne uydukça ziyan eylersin" diyerek onu uyar­dı.

Konya’dan ayrılan Karaman Bey, Ermenek' e geldi. Orada dinlenirken, kayınbabası Melik Arslan da Ermenek' e vardı. Damadına: "Ey Karaman! cümle fesat Hacı Beyler’indir." dedi ve divandaki konuşmaları nakletti. Karaman Bey, dönen dolaplardan hoşnut kalmamış, fesatlığın nereden çıktığını anlayıp, gereği için, fırsat gözetmeye karar vermişti.

Selçuk Sultanının kendisine soğuk davranması dolayı-sıyla oradan sert tepki göstererek, Ermenek’e giden Karaman Bey’in ardından, Konya Sarayında Lârende’nin yönetimi konuşuluyor ve iki tâlip ortaya çıkıyordu. Emir Şah ile Hacı Beyler. Sultan, Lârende yönetimini Hacı Beyler’e, vermeyi uygun görünce, o da  hemen gidip Lârende’ye yerleşmişti.

Lârende’ye, Hacı Beyler’in Vali olarak gönderildiği haberi ulaşınca, Karaman Bey av bahanesiyle, kuvvetlerini de yanına katarak, Ermenek’ten ayrıldı. Lârende üzerine yürüdü. Yeni Vali, Karaman Beyi merasimle karşıladı. Ancak, arkası sıra kuyusu­nu kazan Hacı Beylere, Karaman çok sert çıkıp, kendisini ve adamlarını oracıkta idam ettirdi, şehri zaptetti. Suyunu, hava­sını çok beğendiği Lârende'yi imara başladı. Büyük bir saray yaptırdı. Halka çok yakınlık gösterip, Lârende'yi kendisine <Başkent>  ilân ederek altı yıl adaletle hükmetti. [A.01 / 28 ]

Lârende'nin zorla alınmış olmasını, Karaman Bey’in kendisi­ne karşı bir başkaldırı şeklinde gören Selçuk Sultanı, asker toplamak için çevreye mektuplar yazmaya başladı. Germiyan ve İsfendiyar Beyler olumlu cevap vermiş, Konya'ya gelmişler­di.

Antalya, o vakitler Hıristiyanlarca, Müslümanların elinden alınmış, Frenk askerleri zaman zaman Beyşehir'e kadar gelerek, yağmalar yapmaya başlamıştı. Antalya valisi Teke Paşa, korku içerisinde Sultana ulaşıp, şikâyette bulunmuştu. Sultan, vezirle­ri topladı. "Hasım iki yerden zuhur etti, hangi canibe gidelim?" dedi. Vezirler:

"Padişahım, Karaman’a müdara idüp (yüze gülüp, dost gibi görünüp), riayet kılalım (saygı, iyi kabul gösterelim, tâbi olalım), anı firenge gönderelim; biz safa üzere olalım (yiyip içip eğlence içinde olalım), varıp firengi dağıta, bizim gönlümüzdeki Karaman’da yoktur. (Bizde fesatlık var, onunkinde kötülük bulunmaz)" dediler. Süleyman Paşa da:

"Padişahım, lâyık olan (doğru olan) budur, zira Karaman'ın başında asker çoktur ve hazine çoktur (zengindir), iki düş-manla cenge kaadir değiliz.” diyerek diğer vezirleri onayladı.

Görüşmeler sonrasında, Sultanın emriyle Karaman'a muhabbetname yazıldı. Hil’at ve kılıç hazırlanarak, başlarında Süleyman Paşa bulunmak üzere dört Vezir ile Karaman Bey’e gönderdiler. Sultanın heyeti Lârende’ye erişince, Karaman Bey’e haber verildi. Karaman Bey, Türkmen, Kürdistan, Moğol ve Oğuz Beyler’ine, Sultanın elçilerinin karşılanması emrini çıkar­dı. Ziyafetler hazırlandı. Karaman Bey, heyeti kabul edince, Süleyman Paşa muhabbetnameyi ve kılıcı Karaman Bey’in önüne koydu. Mektubu okuyup, anlattı. Karaman Bey Süleyman Paşayı dinledikten sonra:

"Sultanın her hizmeti can ve baş üzerine, bizim isyanımız yoktur. Sultan müfsid sözüne uyar. Hacı Beyler hasmım idi, buldum, öldürdüm; neye bihuzur (huzursuz) olur, eğer Lârende ise muradı, cümle mülküm onundur."

Süleyman Paşa bu cevap üzerine: "Kafir elinden vilâyet haraba varmış, bakup durmak insaf değildir, lütuf idüp bu hizmeti göresin." Karaman Bey, el başta koyup şöyle dedi: “Ber-ser-ü-ceşim.(Can baş üstüne).” [ A.01 / 29 ]

*

Antalya’yı Müslümanlardan zor kullanıp  alan kâfirler, Beyşehir'e kadar uzanan saldırılar düzenlemeye başlayınca, Selçuk Sultanı Karaman Bey’den yardım dileğinde bulunur. Karaman Bey, "Can baş üstüne" diyerek, hemen Hamid Bey’e, el altındaki ve dışardaki bütün askerin toplanması emrini verir. Kısa sürede ordu cem olur.

İki yüz yirmi pehlivan ve dört bin demir donlu asker, on bin Moğol çerisi ile birlikte, başlarında Devlet şah ve Babuk Han olmak üzere önden yola çıkarılır. Aydın Bey, Kaya Bey, Melik Arslan kumandasında, on bin asker daha onları takip eder.

Bayburt ve İmameddin Beylerin kumandasında, dokuz bin Türkmen ve Oğuz 3.grubu oluşturdular. Hacı Bahaddin oğlu Menteşe emrinde sekiz bin Kürd dilâveri, Türkmen ve Oğuzlar onları takip etti.

Mirza Bey, Kosun Bey, Hamid Bey ve Ertana Bey’in emrinde on yedi bin Davudî zırhlı er’le, Karaman Bey, tabl-ü nekkâre döğerek yola koyuldu. Sırasıyla, Mut'a, Gülnar'a, oradan Mamuriye (Anamur kale­si) önünden Manavgat diyarına, Manavgat'tan itibaren, konak konak yollar aşılarak, Gölhisar’a erişildi. (Burdur'un güneyinde, ilçe)

Gölhisar önünde sahra, bargâh (Bey çadırları) ile doldu. <Sera perde-i Karaman> (Karaman Bey otağı) kurup, iki yüz altun ve gümüş kürsü koydular. Karaman Bey geçip oturdu. Bütün Moğol, Türk, Türkmen, Kürd Beyler’i gelip oturdular. Altı Kapucu, dörtyüz serheng (çavuş, kavas), gümüş yelekli çaşnigirler (sofra hizmeti gören askerler) ile, sumat salup (sofra örtüleri serilip), altun ve gümüş sahanlarda (tabaklarda) türlü türlü nefayis (kıymetli ve beğenilen yemekler) döşendi. Yenildi, içildi. Önümüzdeki günlerde Antalya frenk'ten geri alınacak, Gölhisar fethedilecektir.

*

Gölhisar'ın fethi ve onu takip eden olaylar, Karaman-oğulları tarihinde önemli bir kilometre taşıdır. Fesadın, fitneliğin, Selçuk Sultanı gibi, büyük bir liderin bile nasıl yanıldığını, akıllı, tedbirli ileri görüşlü olamadığını, iyiy­le kötüyü, eğriyle doğruyu ayırt edemez hale düşüp, kendisine yardın eden insanları arkadan vurmaya tenezzül ettiğini, kendisini dost bilen, ona inanan Karaman Bey gibi eşi benzeri bulunmayan bir kahramanı, büyük bir Türk'ü, yenilmez bir İslâm savaşçısını, içeceğine zehir koydurarak, öldürtebilme hikâyesinin başlangıcıdır Gölhisarı seferi.

O Karaman Bey ki, Selçuk Sultanı’nın yalvarı mektubu üzeri­ne bu seferi hazırlamış, Konya'yı ve bütün Türk-İslâm Anadolu'yu kafirlerin, Firenklerin saldırısından kurtarmak için cihâd’a çıkmış, ama dünyada eşi benzeri bulunmayan bir fesadın kurbanı olarak, Sultanının gönderdiği zehirle, Gölhisarın lânetlenmiş Dizdarı eliyle, ağulanıp (zehirlenip) öldürülmüştür. Dikkatle yazılması, okunması, okutulması gereken  bit ibrettir, Gölhisar

*

Gölhisarın, fitne ve lânetli Hıristiyan dizdarı, kale önüne ordugah kurup yerleşen kuvvetleri görüp korkuya kapılınca, Karaman Bey’e yakınlık gösterme çabasına düştü. Kâfir askerinin gizlendiği yeri ona anlattı. Karaman, dizdardan aldığı haberi, beylerine duyurup, baskın yapmaya karar verdi.

Önce Moğol askerini gönderdi. Kendisi, Bulgar’ın yedi bin piyade senkendaz (taş atıcı) askerini önüne koyup, cümle beyleri de sağına ve soluna alıp, hepsi zırhlı, otuz dört bin tündhu (huyu sert, sert taiatlı) askeri ile yola koyuldu. Gölhisarı, Antalya'nın kuzey batısında bugünkü Karayolu ile 150 km uzaklıkta, Antalya’dan Bafa gölüne çekilecek hayalî çizginin üzerinde yer alır. Karaman kuvvetleri, Gölhisarından güney doğuya menzil menzil, konak konak inerek kâfir’e ulaştılar. Dişten tırnağa, safi demire bürünmüş, otuz sekiz bin düşman kuvveti ile yüz yüze geldiler.

Karaman tarafından, on bir bin tirendaz (ok atan, okçu) Moğol, "Allahüekber ve Allah Allah!" nidalarıyla düşmana öylesine saldırdı ki, sanki iki dağ birbirine çarpmış gibi oldu. İnsan narasından, gürz (topuz) kütürtüsünden yeryüzü sarsıl-dı, ok yağmur gibi yağdı. Moğol bir süre cenge devam ettiyse de, kafir yeğin gelip Moğol'u sındırmaya, sindirmeye başladı.

Bu esnada, ortalık koyu bir toz bulutuyla kaplandı. Gölgelerin arasında Karaman Bey gözüktü, harp alanına bakı­yordu. Sahrayı kan bürümüştü. Kılıç seslerini duyduğu zaman mesti pelenk gibi (kendinden geçmiş kaplan gibi) güm güm gümleyip kılıncını çekti, arslanlar gibi kükredi. On bin dilâverle Turgut, Bayburt ve Hamid Bey yürüdü. Sonra Kayseriye Beyi Ertana, daha sonra altı bin dilâverden oluşan Sivas askeri ile Hacı Bahaddin ve Menteşe yürüdüler, düşmanın dört tarafını sardılar.Sesler yankılandı, yerin üst katı sanki gökyüzüne çıktı.

Kâfir’in güvendiği iki kumandanı vardı. Birisi Yanko, diğeri Marko. Bunlar asker sürüp üç defa Karaman Beyin üstüne vardılar. Karaman, tekbir getirerek, yedi bin dilâverle öyle ilerledi ki düşmanın bayrağı yıkıldı. Yanko bu durumu görünce, Karaman'a gürz ile saldırdı. Karaman hemen dönüp, topuzunu öyle bir vurdu ki, Yanko yere serilip kaldı. Savaş, on bir gün göz göze, yüz yüze, göğüs göğüse devam etti. İki taraftan yedi bin er toprağa düştü. Bu arada Karaman Bey, Kosun'u yanına çağırıp: "Biz kafir’le cenk ederken, sen kal'aya bir çare eylesen " dedi. Kosun:

"Nola canbaş üzerine!" cevabını vererek dönüp gitti.

Karaman Beyin babası Nure Sofu zamanında Herakl (Ereğli) kalesi fethedildikten sonra, kale kumandanı Kosun Bey Müslüman olmuş, kendisi ile birlikte Müslümanlığı kabul eden iki bin askeri de onunla, her savaşta Karamanoğulları emrinde, cenkten cenge koşmaktan geri durmamışlardı.

Kosun Bey ve iki bin kişilik asker, kâfir kılığına girerek, aldıkları emir gereği, Antalya kale kapısı önüne vardı­lar. Kapıyı bekleyen Fisandon isimli kâfir, onlara kim oldukları­nı sorunca; Kosun Bey:

"Size yardım için Kıbrıs'tan geldik, on bin kişiydik, altı bin cenkte kırıldı, iki binimiz gemide, iki binimizi kale bekçiliğine gönderdiler" deyince Fisandon inip kale kapusunu açtı.

Karaman Bey, kâfir kuvvetlerinin hazırlandıkları mevki’i, Gölhisarı dizdarından öğrendikten sonra, bir taraftan kendisi doğrudan onların üzerine saldırıyı yönetirken, diğer yandan Kosun Beye, Antalya kalesine Hıristiyan kılığında gidip, kurnazlıkla kalenin fethedilmesini emretmişti. Kosun Bey, kale kapusunu tutan Fisandon'a kapıyı açtırdı, askerleriyle birlikte içeri girdi ve hemen kapıyı bağlattı. Karşısında hepsi kâfir kıyafetinde, kendilerine yardım için geldiklerini sanan Fisandon, Kosun Beyin: "Ne kadar bekçi vardır?" sorusuna, "Beş yüz vardır." cevabını verdi. Kosun: "Bunları bir yere cem eyle" dedi. Toplanmalarından sonra hepsini saf dışı edip kaleyi zaptettiler. [ A.01 / 31 ]

Antalya kalesinin kan dökülmeden ele geçirilmesinden sonra Kosun Bey, kardeşi Elvan emrine altı yüz yiğit ayırarak, onu kal'a da bıraktı. Kuvvetleri ile birlikte ele geçen dört bin esiri yola çıkarıp Karaman kuvvetlerinin bulunduğu, leşkergâh'a (ordugâh'a) erişti.

Leşkergâhta savaş bütün hızıyla devam ediyordu.

Karaman Beyin kuvvetleri, saldırılarını her yönden sürdürüyor, kılıç sadaları göklere yükseliyordu. Bu zorlu savaş düşmanın korkup kaçması ile bitti.

Karaman Bey, yirmi sekiz bin er ile Devletşah’ı, Babuk’u, Atabey’i, Kaya Bey’i ve altı bin Moğol’la Karamanın kulu olan Beyşehir Beyi İsmail Ağayı, düşmanın peşine taktı. Kendisi, Kosun Beyden fetih müjdesini almış, Antalya canibine yola koyulmuştu.

Karaman Bey Antalya'ya geldi. Kaleyi zevkle temaşa etti. Ele geçirilmiş bulunan, kâfirin zengin hazinesi kendisine sunul­du. Karaman Bey, fazla vakit geçirmeden, Kosun Beyle, kayınpederi Melik Arslan'a yola çıkmaları emrini verdi. Antalya kalesi­nin anahtarları, hediyeler ve esirleri yanlarına alıp, kalenin fetih müjdesini Selçuklu Sultanına götüreceklerdi.

Kovalanan düşmanın bir kısmı Görkes’e sığınmış, bir bölü­mü gemilere binip Kıbrıs'a kaçmak suretiyle canlarını kurtarabilmişlerdi. Düşmanı darmadağın eden Karaman Bey kuvvetleri ise, peyderpey Gölhisar'ı önünde yerleşmiş bulunan Karaman ordugâhına dönüyordu. Böylece, Sultanın istediği yerine getirilmiş, Beyşehir'e kadar uzanarak, baskınlar, talanlar, vurkaçlar düzenleyip Selçuk Kuvvetlerini acze düşüren, Müslümanları katleden Antalya kâfiri yok edilerek, toprakları zapt edilmiş, görev tamamlanmıştı.

Konya'dan gelecek iyi haberleri bekleyen Karaman Bey için, yiyip eğlenmekten, kumandanları ile, askerleri ile hoşça vakit geçirmekten başka yapacak işi kalmamıştı.

Görün bakın ki gelişen olaylar, insan havsalasına sığmayacak gaflet, delâlet, hıyanet, entrika, cinayetlerle, bu büyük zaferin nasıl mükafatlandırıldığı, sizleri isyan ettirecek­tir.

Sultan, anahtarla birlikte getirilen bin altın ve iki yüz esiri aldıktan sonra, Karaman Beye bir muhabbetname yazdı, Hil’at verdi, aynı kişilerle Karaman Beye gönderdi. Ancak, Karaman Beyin fütuhat ve başarılarından Sultanın ne denli kaygılı ve rahatsız olduğunu iyi bilen Alparslan, Karaman Beyi uyararak, Selçuk Sultanının konuşmalarını beğenmediğini, bir hile düşünüp kendisine zarar verebileceğini belirtmiş ise de, Karaman Bey: "Ben ana kemlik eylemedim, kırarsa emir Hüdânındır, nihayet şehit olalım. Ne saadet!" cevabını verdi.

Karaman heyetinin Konya'dan ayrılmasından sonra Sultan Vezirleri ile durum muhakemesi yaptı. Vüzera: "Padişahım, hile gerek, yoksa zor ile olmaz." şeklinde telkinatta bulundu. Sultan, Antalya'yı Teke Paşaya verdikten sonra, bir Beyin eline de zehir vererek Gölhisarı dizdarına gönderdi.

Karaman Bey, Antalya ve çevresinde yapmış olduğu savaşlardan elde ettiği ganimeti, Aydın ve Hamid Beylerin koruma­sında oğlu Mehmetbey ile birlikte, hanımının bulunduğu Yergün yaylağına yani Yerköprü’ye iletmişti. Üç yüz deve yükü cephane, yüz katır yükü altın ve gümüş, Yerköprü'de bir mağaraya saklandıktan sonra genç Mehmetbey, Gölhisarına geri döndü. <Karaman Şehnamesi>’ nde ve Şikâri tarafından yapılan tercümelerde burası Gülhisar, Gölhisar,  Güzelhisar şeklinde de adlandırılmaktadır. (Burdur'un güneyinde ilçe)

Oğlu Mehmetbeyin ganimeti götürüp bırakmasından sonra Karaman Bey, Moğol, Kürt, Türkmen Beylerine izin verdi. Kendisi her akşam kale önünde yakınları ile birlikte oturur, dizdarın getirdiği bir şişe arakı yudumlardı. Bir gün Karaman Beyin yalnızlığından cesaretlenen dizdar, Sultanın gönderdiği zehri arak içine karıştırıp cam kaba koydu, Karaman'a sundu. İçer içmez, ciğerlerinin parçalandığı hissine kapılarak zehirlendiğini anlayan Karaman Bey: "Hay mel'un! Kıydın bana!" iniltisi ile birlikte, hançerini dizdarın bir yüzüne vurup, öbür tarafından çıkardı. Kendisi yere yığılır-ken, etrafında feryat edip, yaka yırtan, Aydın Beye, Menteşe Bey ve Kaya Beye: "Ey Beylerim, gayret idüb, oğlumu düşman eline vermeyesiz, ve ey oğlum, sen  cehd idüb kanımı Sultana komıyasın." Aziz canını hakka teslim etti. [ A.01 / 33 ]

 

"Sunup camı ecel saki-i devran, Alub nuşeyledi ahir Karaman

Güca Keyhüsrev-ü-Hakanı Fağfur, ki ber mülkü cihan darend menşur. Güca daray-ü-Çemşid-ü-Feridun, Seri alam-i şan misûd gerdun"

***

Kerümiddin Karaman Beyin Baş Şehri Ermenek’tir.

Karaman Beyin kızı yoktur. On oğlu vardır. Oğulları:

Şems. Mehmed I.(Karamanoğlu Mehmetbey)(1271-1281)

Güneri Bey (1281-1300 Nisan 19),

Bedreddin Mahmud (1300-1310),

Yahşi Bey (1310-1312)  Karaman Beyliği yapmışlardır.

Bunların dışında : Halil  ile Kasım 1281 yılında Karaman-oğlu Mehmetbeyin  Tatar Hasan kumandasındaki Altınordu  kuvvetleriyle Karadağ eteklerinde  yapmış olduğu savaşta şehit olmuşlardır. Eminler köyü doğunsundaki Üç Hüyükte, büyük Hüyük üzerinde Karamanoğlu Mehmetbey’in mezarı yanında yatmaktadırlar. Karaman’ın diğer oğulları: Tanu, Yusuf, Ali Bey, Gülnari,  Zekeriya’dır.

Karaman Bey’in döneminden içte ve dışta gelişen bazı olayların kronolojik dizilişi:

1255 Sultan II. İzzeddin Keykavus’un FAGE boğazından geçip, Ermeni Tekfuru Heytum’un arazisine girişi.

1255 Sultan II.İzzeddin Keykavus’un yalnız kalışı.

1256 Gorigos Kalesinin, Sarum adlı bir Türkmen tarafından yağması. Karamanlılarca taarruza uğraması.

1256-1265 HULAGU HAN iktidarı.

1256 Vezir Sahip Şemseddin’in Tarsus kuşatması.

1256 Hasan Sabbahın kurduğu Batınîlik’ın yıkılışı.

1256 Kılıçaslan, N.Sofî oğlu Bonsuz’u, candar  tayin etti.

1257 Karaman Beyin Ermenileri Görkes’de yenmesi.

1257 İ.Keykavus, Rükneddin’i  Burdur kalesine hapsetti.

1257-1258 Nure Sofî’nin ölümü.

1257-1259 İzzeddin’in Konya’da tekrar Hükümranlık devri.

1257-1259 Rukneddin’in Sivas’ta Hükümranlık devri.

1258 Karamanlıların Silifke seferi.

1258 Heytum’un kardeşi Sempat’ın Ereğli’yi geri alışı.

1258 Gorios kalesini, Sarum Bey üçüncü defa yağma etti.

1258-1259 Anadolu’da, kışın kar ve yağmur hiç yağmadı.

1259 Anadolu’da büyük bir kıtlık görüldü.

1259 R. Kılıçaslan Burdur kalesinden kurtuldu.

1259-1264 Rukneddin’in II.Hükümdarlığı (Konya- Sivas).

1259 Alaeddin Kervansarayı, Rukneddin II-İzzeddin harbi.

1259 Sultan II.İzzeddin’in, Kılıçaslan’a yenilip İznik’e kaçtı.

1260 IV.Kılıçaslan, II. İzzeddin Keykavus’u Bizans’a sığınmaya zorladı.

1260 Karaman Bey Lârende kalesini Selçuk Valisi Hacı Beylerden zor kullanarak zabt edip, Hacı Beyleri idam etti.

1260 Lârende adı KARAMAN olarak değiştirildi.

1260 AYNUTCALUT’ta Baybars, Moğolları yendi.

1261 Kılıçaslan Pervaneyi, UÇ Beyleri üstüne gönderdi.

1261 PALEOLOGLAR, İstanbulu Latinlerden geri aldı.

1261 Başlarında Karaman Bey olmak üzere, biraderleri Zeynel Hac ve Bonsuz, yirmi bin kişilik bir ordu ile Konya üzerine yürüdüler. Halk ile Konya büyükleri Karamanlıları  yürüyüşe teşvik etmişlerdi.

1261-1263:Karaman Bey, II. İzzeddin yakınları Konya’ya yürüdüler. Nure Sofî oğulları Bonsuz ile Zeynel, Hac Selçuk ve İlhanlılara karşı savaşı kaybederek, idam edildiler.

1263 Karaman Bey Antalya’yı zabt etti.

1263 KARAMAN BEY’İN ÖLÜMÜ