arasında paylaştırdı:

Cuci (Cusia veya Diusu) adlı büyük oğluna: İrtiş'in batısındaki Stepleri verdi. Cuci babasından önce vefat etti

İkinci oğul Çağatay: Aral Deniz’ inden, Hani'ye uzanan ve adına <Kara Kitap> dedikleri stepleri;

Üçüncü oğul Ögeday: Balkaş steplerini;

Küçük oğul Tuli (Toluy): Moğol ülkelerini almış oldular.

Ve 1227 : Temuçin adıyla da anılan CENGİZ HAN öldü.

Moğol Prensleri birleşip Cengiz Han'ın üçüncü oğlu Ögeday'ı 1229'da Büyük Han-Hakan-Kaan seçtiler. Ögeday 1241 yılına kadar Büyük Hanlık görevini yerine getirdi.

Böylece Moğol İmparatorluğu, XIII. yy'ın ilk yarısında dört ayrı bölgede karşımıza çıkmaktadır.

Babası Cengiz Han'dan birkaç ay önce ölen Cuci'nin, sonrala­rı Kıpçak Hanlığı adını alacak ülkesi, iki oğlu Batuhan ve Berke (Orda ) Han'a verildi. Küçük oğul Batuhan, Altın Göçerler, Altınorda (yahut Altınordu) devletini kuracak... Aşağı Volga başkent olmak üzere Doğu Avrupa'dan Kafkaslara uzanan ülkede, çoğunluğu teşkil eden Müslüman Türklerden dolayı, <İslâmiyet> hâkim din kabul edildiği gibi, Moğol dili terk edilerek, yerini Türkçe’ye bırakacaktır.

Batuhan, Moğol seferinde (1236) komutanlık görevindeydi.

1237de Karadeniz ve Hazar'ın kuzeyini,1239’da Bulgar, Kıpçak ve Macar memleketlerini aldı. 1240'ta, Kiev'i yağmaladı.

Amcası Büyük Han Ögeday 1241'de ölünce, Batuhan başla­dığı Balkan seferini durdurdu.

Büyük Han Ögeday'ın ölümünden sonra, 1246'ya kadar Moğol Büyük Hanlığını karısı Töregene, naip olarak yürüttü.

1246'da Ögeday'ın büyük oğlu Güyük (Göyük yahut Küyük), annesinin de desteğiyle Moğol Büyük Hanı seçildi.

Güyük Han, Milâdî 428 senesinde İstanbul patriği Mestorius'un. "İnsanın tanrı sayılamayacağı, annesi Meryem'in de Tanrı anası kabul edilemeyeceği" fikrinden ilham alarak kurduğu <Nastûrî’lik veya Nestûrî’lik> mezhebinden etkilenerek, çevresine Hıristiyan danışmanları toplamıştı. Bu davranış, Batuhan'ın sert tepkisine yol açtı. Bu yüzden araları açıldı. Göynük Han, .Batuhan'la savaşmak için sefere çıkarken 1248'de Semerkand şehrinde öldü.

Büyük Hanlığa, 1249 tarihinde Cengiz' in torunu ve Toluy' un oğlu Mönkge (Mengü veya Möngke) seçildi.

Mengü Han seçilişini takiben kardeşi Kubilay'a Çin'in, diğer kardeşi Hülâgu'ya İran'ın fethedilmesi görevini verdi.

Hülâgu, 1256'da İran'ı fethetti. Orada İlhanlılar (İlhanî’ler) adı altında bir Moğol devleti kurdu. Böylece Moğolların İran kolu ortaya çıktı. 1258'de Bağdat'ı zapt ederek, Abbasi Halifeliğini sona erdirdi. 1259'da Şam ve Haleb'i alarak hem Akdeniz'e ulaştı, hem de Memlûk Sultanlığı ve Baybars'a karşı hasım durumuna düştü.

Çin fethine gönderilen Kubilay Han, 1259 tarihinde Çini ele geçirdi. Başkentini Karakurum'dan Hanbalık (Dadu-Pekin)'e taşıdı. 1271 de Tang Hanedanlığına son vererek, Yuan adıyla yeni bir Hanedanlık kurup Çin yönetimini bu Hanedanlığa verdi. Yuan Hanedanlığı, 1368 senesine kadar Çin'de hüküm sürmeye devam etmiştir. Yuan Hanedanlığının kurulması ile Moğolların doğu kanadı yani Çin hükümranlığı ortaya çıktı.

Kubilay'ın Çin'i işgali sırasında 1259 tarihinde Büyük Han Mengü ölmüştü. Yeni Büyük Han seçilmek için kendi kardeşi Arık Boğa'nın el altından çalışmalar yaptığını haber alınca, 1260 nisanında, Moğolistan'a ulaştı ve 5 Mayıs 1260'ta kendisi­ni Büyük Han seçtirdi. Kardeşi Arık Boğa da, ayrı bir kurultay toplayıp Kağan seçilmişse de Kubilay, 1264'te onu yenilgiye uğratıp, Büyük Hanlığını zorla kardeşine kabul ettirmiş oldu. Kubilay'ın Büyük Hanlığı 1264 yılına kadar devam etti.

Altın Ordu devletinin kurucusu ve ilk başbuğu Batuhan'ın iktidarı 1256 daki vefatınadek başarılı devam etti. Ölümünden sonra Altın Ordu Devleti Hanlığına, Batuhan'ın ağabeyi Berke Han getirildi. Bu da Müslüman idi.

Berke Han Azerbaycan'a sefer düzenleyerek zaptedince, İran'da hüküm süren İlhanlı Moğol Hülâgü ile arası açıldı. Cengiz' in iki torunu olan iki kuzen, birbirleriyle düşman oldular.Berke Han Hülâgu'nun hasmı pozisyonundaki Memlüklu'larla ve Sultan I. Baybars ile anlaştı.

Hülagü ve Berke Han'ın dargınlıkları sonucu, her ikisi de Moğol olan Altın Ordu ve İlhanlı çekişmesi yüz yıl sürmüştür.

 

***

MOĞOLUN  İRAN KOLU ( İLHANLILAR )
TÜLİHAN

 


Büyük Mengü                            Hülagu (Şaman)               Kubilay Han

 

    

      Teküdar Ahmet         Abaka (Şaman)   ( 14 Oğul )

       ( 1282-1284 )                               

 


Keyhatu                           Argun (Budist)                         Baydu

 (1291-1295)                    (1284- 10 Mart 1291)                 (1295)

 

 


              Mahmud Gazan                          Hüdabende Olcayto

               ( 1295-1304 )                                   (1304-1316)

 


                                                                          Ebu Said

                                                                        (1316-1335)

Hülagu'nun İlhanlı Devleti, Batuhan'ın Altınordu Devleti, Mehmetbey'in Karamanoğullarına Beylik yaptığı 1263-1281 yılları arasına şöylece girer:

Hasım haline gelişlerini anlattığımız iki kuzenden İlhanlı Hülâgu, 1264'te ve Altın Ordulu Berke Han da, 1266'da arka arkaya vefat ederler.

İlhanlı Hülagu'nun on dört oğlu olmuştur. En büyükleri 1234 doğumlu Abaka Han, 1256'da babası Hülagü ile İran'a gelmiş, sonradan Horasan valiliğine tayin edilmiş, 1265'te İlhanlı tahtına hükümdar seçilmiş fakat Hanlığı, Büyük Han Kubilay tarafından 1270'te onaylanmıştır.

Abaka Han, Çağatay'lı Barak Han'ın, Horasan'ı işgali üzeri­ne, 1270’de, Herat’ta savaştı ve Barak Han'ı yendi.

Abaka, kardeşi Yesudar Oğul’u Horasan valisi yaptı.

Budist Abaka Han, 1267'de papa X. Gregor'a elçi gönderdi. 1274 ve 1276'da iki kere daha Abaka elçisi Papaya gitti, karşılık olarak, 1278'de Papa III. Nikolaus'un elçisi Abaka'ya geldi. Hıristiyanları, Memlûklulara karşı yapacağı savaşta, kendi safına çekmek isteyen Abaka, bunda başarı elde edemedi.

Anadolu'dan devamlı yardım çağrısı alan Baybars, önce Moğolları Elbistan ovasında, 15 Nisan 1277'de bozguna uğrattı. Kayseri'ye kadar gitti ve orada hutbe okuttu, para bastırdı. Bu Hareketleri, Anadolu'ya gelişinin yardım için değil, niyetinin zaptetme amacı taşıdığını gösterdi. Baybars'ın müteaddit davetlerine rağmen, Karamanoğlu Mehmetbey'in görüşmeye gitmemesi ve yaklaşan yeni Moğol müdahalesi, Baybars'ı Anadolu'dan çekilmek zorunda bıraktı.

Baybars'ın geri dönüsünün hemen ardından, Abaka Anadolu'ya girdi. 1277 yılında Türkmen beyleri ve ahaliden, iki yüz bin kişiyi katletti. Müteakip yıllar içinde de Anadolu'ya saldırıp, yakıp yıkmaktan geri durmadı.

Bu zaman şeridi, Karamanoğlu Mehmetbey'in Konya üzerine sefer düzenlediği günlere rastlar.

Abaka, Memlûk Sultanı Baybars üzerine yürümeden önce Gürcü ve Ermeni kralları ile anlaşıp, gerisini ve yanları sağla­ma aldıktan sonra, kardeşi Şehzade Mengi Timur emrindeki İlhanlı ordusunu Suriye'ye gönderdi. Bu ordu, Humus yakının­da Ağustos 1281 tarihinde, Baybars kuvvetleri ile karşılaştı. Ve yenildi. Şehzade Mengi Timur, tekrar kuvvet toplamak için Diyarbakır'a geldiyse de Hicri 681 yılı Muharrem ayının 16. salı günü öğle vakti vefat etti. (M:1282) [A.09/213 ]

Abaka'ya gelince, yenilginin acısına dayanamayıp kendisini içkiye verdi ve Hicri 681 yılı Zilhicce ayının 20. Çarşamba günü  (0l.04.1282) sabah saatlerinde vefat etti. Cesedi, Urmiye gölünde Şahu Adasına gömüldü. Abaka'nın Şubat 1265'te başlayan, Moğol'un İran kolu başındaki İlhanlığı, çevreye ölüm, felâket, talan ve yakıp-yıkma saçarak, 17. sene sonunda hitam buldu. Yerine 1282'de Abaka'nın kardeşi Ahmed Tekudar İlhan olduysa da Abaka'nın oğlu Argun, Ahmet Hanı 1284'te indirip kendisi, Hanlığını ilân etti. 1291'e kadar İlhanlık tahtında oturdu.

İlhanlı hükümdarı Hülâgû' nun 1265'te ölümünün peşinden Altın Ordu hükümdarı Berke Han da 1266'da vefat etti demiştik.

Berke Han yerine, 1266 yılında Mengü Timur, han seçilir. Abaka Hanla savaşır. El-Melik-Ez-Zahir Baybars'la dostluk kurar. Mengü Timur zamanında Altınordu Tatarlarının 1271 tarihinde İstanbul'a sefer düzenlediğini V.G. Tiesenhausen eserinde zikreder. [A. 50 / 45 ]

Mengü Timur'un 1280'de muhtemelen boğaz kanserinden ölümünü takiben aynı yıl Tudamegü hanlığa getirilmiş, 1287de Tula Buga Han, 1290'da Tokta Han Altın Ordu Devleti başında bulunmuşlardır. Devletin yönetiminde Hanların başta bulunmasına rağmen, 40 yılı aşkın süre, perde gerisin­den Altın Ordu'nun hayatını yöneten kişi, Tümen beyi Nogay olmuştur. Ancak entrikaları ve oyunları ile, N.İ. Veseloskiy'in <Nogay ve Zaman> adlı kitabında dediği gibi: "Askeri işlerde tecrübe sahibi olduğu için bir yandan Altınordu'nun toprakları­nı artırmıştı; bir yandan da devletin dağılmasına yardım etmiş, bu suretle -şüphesiz bilmeyerek- Altın Ordu'ya ilk darbeyi indirmişti. [ A.50 / 48 ]

Moğollar konusunda, Cengiz Han'ın 1277 tarihinde imparator topraklarını bölüştürdüğü dört oğlundan ve onların da oğulları, torunlarından özet bilgiler vererek 1270-1280 yıllarına kadar, yani Karamanoğlu Mehmetbey'in saltanatı, Türkçe’yi devlet dili ilân eden ferman günleri ve şahadetine kadar geçen, yaklaşık 55 yıllık Moğol hayatını anlattık.

Dikkat edilirse aynı elli beş yıllık dönem Karamanoğullarının kuruluşuyla yıl yıla çakışır: Nure Sofî, Karamanbey ve Karamanoğlu Mehmetbey'in beylik süresini kapsar.

Hanları, İlhanları, Büyük Hanları, Komutanları, Vezirleri hatta orta dereceli memurları ile Moğollar, bu süre zarfında, Anadolu Selçuklularının her türlü işlerine karışmışlar, topraklarını zaptetmişler, vergi veya haracını yemişler, Selçuk Sultanlarının taht kavgalarında taraf olmuşlar, istediklerini sultan yapıp, istediklerini zehirle yok etmişler... Öylesine müdahaleci bir tutum uygulamışlar ki Selçuk sultanlık ailesinde büyük küçük, Sultan veya Vezir hiç kimse, hiç bir konuda, kendi kafasına veya kurallarına uygun hareket edemez olmuş, her türlü karar, Moğol’un ne istediğine, neye evet, neye hayır diye­ceğine programlanır hale gelmiştir.

Karamanoğlu Mehmetbey’i çileden çıkaran, Moğol’un ve İlhanlının Anadolu'ya müdahalesidir. Selçuk’un, bu çirkin müdahalelere ses çıkartmayıp, zebun kalışıdır.

Selçuk-Moğol ilişkilerine örnek bir olayı ve tarih sayfalarında yerini bulan Moğol zulmünü örneklerle aşağıya aktaracağım.

II. İzzeddin Keykaus'un 1280 yılında Kırım'da hayata veda ederken, oğlu Gıyaseddin Mesud'a, Allah adıyla ant ederek söylediği vasiyet  şöyle: [ A.08 / 300 ]

"Merhum İzzeddin Keykâvus II. birtakım mayası bozuk nankörlerin kurdukları dolaplar ve alçakça hileler yüzünden memleketini terk etmiş, Rum Kayserinin memleketine kaçmıştı. Bir müddet İstanbul'da kaldıktan sonra Kıpçakların eline düştü. Tam on sekiz yıl, zamanın hâdiselerini sabır ve tahammülle karşıladı. Ağır ve öldürücü bir hastalıkla yatağa düştü­ğü ve ahret diyarına göçmek gününün yaklaştığını hissettiği zaman, oğullarını yanına çağırdı. Geçirmekte olduğu sıkıntılı gurbet hayatında, kendisine yoldaşlık yapmış olan maiyet adamlarının da yanında hazır bulunmalarını emretti. Yüzünü, oğlu Gıyaseddin Mesud'a çevirerek, ona şu sözleri söyledi. (Yıl :1278)

"Ey sevgisine gönül bağladığım oğlum: Babam, Alâeddin Keykubat oğlu Sultan Gıyasettin Keyhüsrev, ölüm meleğinin sesini işittiği ve <Bana dönünüz> emrine boyun eğdiği zaman, devlet büyükleri beni tahta oturttular. Onların güzel terbiyeleriyle büyüyüp serpildim. Onların nasihatını dinlediğim müddetçe, Memleket mamur, halk mesut idi. Bir aralık, kendi heveslerime kapıldım. Birtakım yüzü yırtık adamların türeme­sine sebep oldum. Eski ve tecrübeli Vezirlerimin, kadir ve kıymetlerini bilmedim. Rezil ve çapkınları ileri geçirdim, aşağılık kimseleri nalbant, cambaz, demirci takımları beyliklere, serleşkerlik'lere yükselttim. Devlet işleriyle alay ettim. Bu haller düşkünlüğüme, memleketten uzaklaşmama sebep oldu. Göreyim seni; bu sözleri kulağına küpe et; eğer gönlünde padi­şahlık sevdası besliyorsan, babasının sofrasında iki ekmeği bir arada görmemiş olan bayağı adamları, kendinden uzak bulun­dur. Maskaralığı sanat edinen taife ile düşüp kalkma! Mümkün olan herhangi bir vasıta ile, bu diyardan deniz yoluy­la, baba yurduna geç ve büyük İlhanın hizmetine yüz tut. O Dergâhta, karanlıkları aydınlatan sabah gibi... bütün gece yanan mum gibi... hizmette sebat et. Senin mayanda yükseklik eseri görür ve ola ki, babandan miras kalan mülkten sana bir pay verir! İkinci vasiyetim de: Cesedim ruhtan ayrılır ve sen memle­ketine kavuşursan, kemiklerimi o diyara götürüp, baba ve dedeleri-min yanına defnettirmektir. Allah aşkına; vasiyetimden dışarı çıkmayasın, bu öğütlere aykırı hareketlerinle isyan yoluna sapmayasın; Allah sana yardımcıdır. Ve o sana yetişir!"

Öğütlerden sonra, hayata ve saadet günlerine veda etti. Yüzünü cennet yoluna çevirdi. Maiyet kulları, yas tutuktan, dualar ettikten sonra, Sultan Gıyasettin II. Mesud’u, Sulhat sahilinde, babası adına  tahta çıkardılar. Ona bağlılık göstereceklerine dair ant içtiler. Verilen sözleri tazelediler.

Sultan Gıyaseddin Mesud, maiyetindeki yoldaşlarına::

Bana kalırsa biz, babamın vasiyeti gereğince denizi geçip yeryüzü padişahı büyük İlhanın huzuruna çıkmak şerefini kazanalım. Onun kulluğuna devam etmeyi vazife sayalım. Bakalım yüce padişahın hakkımızdaki inayeti, nice olacaktır.

Sultanın maiyeti erkanı bu reyi muvafık buldular, gizliden gizliye deniz yolculuğu gereçlerini tamamladılar. Bir gün, deniz kenarında tenezzühe çıkmak bahanesiyle, o gece hazırlattıkları gemiye atlayarak hiçbir yerde duraksamadan, "Sen ve seninle birlikte olanlar gemiye binince, de ki: Bizi zalim kavimlerden kurtaran Tanrı' ya hamd olsun" ayetini okuya okuya, geminin dümenini kaza ve kudretin eline bıraktılar. Sinop kıyılarına düştüler. O civarın ahalisi sultanın uğurlu ayağından sevinç duydular, elini öpmek şerefine nail olmak için birbirleriyle yarıştılar. Çobanoğulları Beyliğinin, Alp Yürükten sonra 1280 de Kastamonu Emirliğine geçen Alpyürük oğlu Emir Muzaffereddin Yavlak Arslan (ki baba ve dedeleri o havaliyi fethedip, idaresini ellerinde bulundurmuşlardı.) [A.33/184]

Sultanın geldiğini haber alınca hemen hizmetine koşmuş ve kulluk şartlarını yerine getirmiştir. Sultan, Emir Muzaffereddin'i maiyetine aldı, beraberce büyük Noyn'in huzuruna gittiler. Oraya yetiştiklerinde, bütün Moğol ve Müslümanlar sultanın güzel çehresine meftun oldular. Hepsi onun gidişini, hareketlerini beğendiler. Ellerinden geldiği kadar hizmetlerde bulundular. Moğol beyleri, Emir Muzaffereddin Yavlak Arslan'ı Sultanın maiyetine katarak, Altun Ordu hükümdarının hizmetine gönderdiler. Bu yolculuk sırasında kış başlamış, akan sular zemherinin şiddetinden, pinti insanların elleri gibi donmuştu. Yolda biraz eğleştiler. Az bir müddet sonra Hulâgu’nun oğlu Abaka’nın kardeşi Büyük İlhan <Ahmet Han>ın huzuruna vardılar. Yüce İlhan, Gıyaseddin Mesud hakkında, derecesinden fazla iltifatlar gösterdi. Selçuk ülkesinin, vaktiyle babası İzzettin' e ait olan batı kısmiyle, Sivas'ı ona terk etti. Büyük yardımda bulundu."

Ve Moğollar üzerine Yakubovsky'den dört parça, Cengiz Han'ın çağdaşı olan tarihçi İbn'ül-Esir'den aldığım iki açıklama: [A.50/26; A.51/28; A.52/XII/254 ]

Moğol istilası “gecelerin ve gündüzlerin doğurmadığı, bütün ahaliye özellikle Müslümanlara şamil korkunç bir musibettir; eğer bir kimse <Âlem, Tanrının insanı yarattığı günden bu ana kadar böyle bir felaket görmemiştir> derse, gerçeği ifade etmiş olur. Gerçekten, tarihlerde buna benzer bir olaya rastlanmaz. Onların anlattıkları en korkunç olay, Buhtunasr'ın İsrail oğullarını öldürmesi ve Beytimukaddes'i yıkmasıdır. Fakat bu melunların yıktıkları, Beytimukaddes'ten kat kat büyük şehirlerle dolu olan bu memleketlere nispetle, Beytimukaddes nedir? Onların öldüklerine nispetle, İsrail oğulları nedir? Çünkü öldürülen bir tek şehir ahalisi, (bütün) İsrail oğullarından çoktu.. [Tatarlar] hiç kimseyi bırakmadılar, kadınları, erkekleri, çocukları öldürdüler. Gebe kadınların karınlarını yardılar ve ana karnındaki yavruları öldürdüler." Sonra Ortaasya' nın Cengiz Han tarafından istilâsını anlatmaya başlayan İbn-ül-Esir, "kıvılcımları (bütün memleketleri) sarmış, zararı herkese dokunmuş ve rüzgârın kovaladığı bir bulut gibi memleket memleket dolaşmış bir felâket" olduğunu belirtmiştir. [A.19/26]

Yakubovskiy:

"XIII. yüzyılın 20. ve 30. yıllarında bütün Orta Asya ve Kuzey Afrika ve Avrupa memleketlerinde Moğollar, o zamanki alemin uğradığı en büyük felâketler gibi telakki ediliyorlardı."

"Orta Asya'dan kaçan Hârizmşah Muhammed'i takip etmek üzere Cengiz Han tarafından 1220'de gönderilen Cebe ve Sübödey'in Moğol askerleri, bütün Kuzey İran'ı ateş verip, kılıçtan geçirmişler, sonra Kafkasya'ya çıkarak birçok şehir ele geçirmişler." [A.19/24]

"Moğol istilâsı Orta Asya'yı bir kasırga felâketi gibi tahrip etmiş,  maddi değerler yanında yüz binlerce insanın hayatını da mahvetmişti”. "Şehir ve köyler yıkıntı yığını halinde bulunuyordu."

"Her yerde yalnız halk kitleleri köy ve şehirlerini hararet­le savunuyorlardı. Hakim sınıfın yüksek tabakalarına (memur­lar, tacirler, İslâm ulemasının yüksek mümessilleri)'ne gelince bunlar Moğollara bir an önce baş eğmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Çünkü bu suretle hayat ve mallarını kurtaracaklarını umuyorlardı." [A.19/24]

Burada yeri gelmişken, değerli hocam Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk' un Aksaray'lı Kerimeddin Mahmud' un Selçuklu Devletleri Tarihi önsözüne koyduğu notun, Moğollarla ilgili birkaç satırını aynen aktarmak suretiyle Anadolu'nun yedi yüz yıl evvel bu felâketten gördüğü zararı dile getirmek istiyorum: [A.09/10,11,12]

"Moğolların dört mıntıkaya ayırdığı Anadolu maliyesi, iktisat, ticaret, çiftçilik bakımından yıkım olmuştur. İran ovalarını, Irak çöllerini kendilerine dar gören Moğol şehzadeleri, Moğol Noyanları başlarındaki kalabalıkla bütün davarı, atı, devesi, koyunu, askeri, karısı, kızanıyla Anadolu'ya yöneliyor, bitip tükenmez ihtiyaçlarını gereçlerini, maalesef verimi fazla olma­yan vakit vakit kıtlık sıkıntısı çeken topraklarda ne bitmişse çekirge gibi yiyip bitiriyorlardı.

Gelen Müstevfi adındaki maliye komiserleri, beraberlerinde Horasanlı, Nişabur’lu kâtipler, Azerbaycanlı Hacibler, Kohistanlı tahsildarlar, Kirmanlı alimler, Mazenderanlı, Isfahanlı askerler, çavuşlar, naibler... getiriyorlar, fakirleri doyarken Anadoludakiler açlıktan kıvranıyor, çıplakları giyinirken yerli Türkler üryan kalıyordu. Birkaç kurt doyup giderken, yerine on beş sırtlan, seksen domuz, yüzlerce tilki geliyordu. Oyun her zaman dram, fakat rol alanlar başka başka idi. Sultan Veled'in kasidesinde pek güzel anlattığı gibi yurt, başsız gövdeye, parasız müflis kesesine dönmüş, her yerde haramiler, yol kesenler, hırsızlar, arsızlar çoğalmıştı. Yüzleri bize benzemez, sözleri kulağımıza hoş gelmez gözlerinin biçi­mi ayrı bir sürü canavar Anadolu'yu yalayıp yutuyordu.

Bütün faciaları olanca dehşetle kaleme alan Aksarayî kabahati Müstevfi ve Noyanlara yükleyip, İlhanlarla Çoban ve oğlu hakkında belirgin bir sükûnetle işi geçiştirir. Bunu, zamanın amansızlığına vermek icap eder.

Anadolu beylerinden kendine karşı gelenleri asıp kesen, yahut Abid Çelebi gibi muhalif sandıklarını, Uç vilâyetlerine uzaklaştıran, 714 Rebiülevvelinden (1314–1315 ) gelip, H : 727 (1327) de  defolup gittiğine göre, 14 yıl oturduğu güzel vatanımızda, hemen hemen adını hayırla andıracak hayratı olmayan Temürtaş'a, "Husrev-i adil', Mehdi-i zeman, Nuşirevan-ı Adil" diyor. Gerçi Efklâki de dahi, Temurtaş'ın bu iddiada olduğu yazılı ise de, son Selçuklu Padişahı Gıyas-al-Din Mesud'un 708 (1309) da ölümü üstüne Anadolu'nun büsbütün sahipsiz kaldığı anlaşılıyor. Aksaraylı her nedense Mesud II. nin ölüm yılını yazmaz. Niğdeli Kadı Ahmet, yukarıda adını yazdığımız tarihte, Kayseri'de 708 (1309) yılında öldüğünü ve tabutunun Simre'ye (Amasya civarında) götü­rüldüğünü kayıt etmektedir. Aksarayî, Emir Çoban ve Temurtaş'dan çok iyilikler görmüştür. Onlara Husreviadil demesi bu sebepten ileri gelir. Çünkü Kerimeddin, riayetini gördüğü büyüklükler hakkında daima saygı göstermiştir.

Anadolu'ya gelen Emir Çoban' a Karabük' de saygı sunanlar arasında Karamanoğulları’nın yokluğu, onların yiğitliklerini, ta 1277 de yapılacakken, Pervanenin allâklığı ile geri kalan; ‘Moğollara karşı durma ve Anadolu'dan uzaklaştırma’ siyasetinin hâlâ bir ülkü olarak yaşadığını gösterir. [A.09/343]

Emir Çoban' a Karabük kışlağında mutavaat edenleri sıralayan Aksaraylı: Felekeddin Dündar Hamid, Evlâdı Eşref (Eşref oğulları), Esbatı Sâhib Fahreddin, Ümerayı Germiyan, Ebnai Alişir, Süleyman Paşa demektedir. Eflâki Dedenin yazdığına göre Aydın Oğlu Mehmet beyle İnanç oğlu (Şimdiki Denizli'de otururlardı) Alişir oğlunun himayesinde oldukları anlaşılıyor...

Osman oğulları hakkında hiçbir kayıta rastlanmaması oldukça mühimdir. Kütahya'ya çok kez giden Eflâki onlardan söz açmaz. Gelenler arasında Saruhan ve Menteşe oğullarının adına da tesadüf etmiyoruz."