BÖLÜM  VI

TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK

 

Türklerin Ýslâmiyeti Kabulü : (87)  

Yarmûk savaþý (634) , Kâdisiya (635) ve Nihâvent (641) savaþlarýyla Ýraný ele geçiren Ýslâm ordularý, son Sâsânî Ýmparatorunu takip ederken Ceyhun kenarýnda Türklerle karþýlaþtýlar. (VII.yy)

Garcistan ve Sistan havâlisindeki Oðuz kabile kýrýntýlarý ile Kuhistan-Fars arasýnda oturan daðýnýk Kalaçlar bir yana býrakýlýrsa, o tarihlerde devlet olarak sadece Gök-Türk Ýmparatorluðu vardý. Bunun da hem doðu , hem batý kolu fetret devresinde bulunduðu için, Mâverâünnehr bölgesindeki þehir kýrallýklarýna gereken yardým yapýlamýyordu.

VIII.yy baþlarýna kadar Türklerle Ýslâm ordularýnýn karþýlaþmalarý bir sýnýr harekâtý ölçüsünü aþamamýþtý. Emevilerin , bütün doðu bölgelerini içine alan Irak  umûmî valiliðine Haccâc’ý tayin etmeleri, bu zatýn da devrin sayýlý kumandanlarýndan Kutayba b.Muslimi Horasana göndermesi (705), savaþlarýn birdenbire alevlenmesine sebep oldu. Ýslâm ordularý kýsa zamanda Mâverâünnehre hakim olduklarý gibi , akýnlarýný Talasa kadar uzattýlar. Neticede Araplarýn müdafayý tercih etmelerinden , silâhla mücadeleye giriþen Türkler karþýsýnda kesin baþarýya ulaþamadýklarý anlaþýlmaktadýr. Umumiyetle kabul edildiði gibi bu durum Türklerin Ýslâmiyete giriþlerini kendi arzularý ile vuku bulduðunu göstermektedir.

Gerçekte Ýslâm dinînin eski Türk inanç ve telâkkilerine uygun taraflarý çoktu. Türkler, uzun zamandan beri tek Tanrý inancýna sahiptiler. Ahirete ve ruhun ölmezliðine inanýyorlar ve Tanrýya kurban sunuyorlardý. Ayrýca Ýslâmiyetin telkin ettiði ahlâkî kaideler eski Türk “alplýk” anlayýþýna uygun düþüyor ve husûsiyle “cihâd” Türkün fütûhat görüþünü takviye ediyordu. Türklerin kýsa zamanda Ýslâmiyetin bayraktarý olarak dünya karþýsýna çýkýþ sebepleri muhtemelen bunlar olmalýdýr.

Görülüyor ki, Türk topluluklarý içerisinde Ýslâmiyetin yayýlmasýnda önemli faktör, Türk kanýnda, Türk soyunda fýtreten yani yaratýlýþtan var olan özeliktir, asalettir. Babalarýn, Þeyhlerin, Atalarýn, Derviþlerin gayretleri de Ýslâmiyetin kolay ve çabuk öðrenilmesinde yardýmcý olmuþtur. Onlar Allah aþký ile , Peygamber sevgisiyle dopdolu; bir ücret , bir karþýlýk beklemeden; sýrf Allah’ýn rýzasýný kazanmak çabasýyla “dur-durak” bilmeden uðraþ vermekten geri kalmadýlar.

Türkler Ýslâm dinîne girdikten sonra seferleri hep cihad (Allah yolunda savaþ) için düzenlemiþler, cihadý ganimete araç gibi görmemiþlerdir. 

Türkler, Ýslâmiyette kendilerini bulduklarý içindir ki, sanki her bireri Peygamberimiz Muhammed Mustafanýn (SAV) yanýnda birer sahabeymiþ gibi, Allah ve Peygambere hulûsi kalple, içtenlikle sarýlýp Ýslâmiyeti diðer Türk topluluklarýna da yaymak için yarýþ etmiþler ; bununla da kalmamýþ müslümanlýðý, uzun çabalarýn sonunda “kavim dinî” görünümünden çok ötelere taþýyýp “en yüce cihan dinî” mevki’ine ulaþtýrma ve yerleþtirmede büyük hisseye sahip olmuþlardýr.

Bu husus üzerinde dikkatle durulmalý , ne Arab kavminin, ne Ýranlýnýn, ne baþka soy, sop, ýrk ve ülke insanýnýn, Türkler kadar Ýslâmiyete hizmet veremedikleri unutulmamalýdýr.Tam aksine , bazý müslüman milletler zaman zaman Ýslâmiyette ayrýlýklara, bölünmelere sebep olmuþlardýr.

Hangi devirde ve hangi diyarda bulunursa bulunsun, hiç bir Türk, yüce dinîmiz müslümanlýða sarýlmada baþkalarýna gýpta etmesin. Ýslâmiyetin gerçek yüceliði, diðer uluslarda Türklerdeki kadar yürekten benimsenip algýlanmamaktadýr.

Arslan Bab (Selman-Ý Farisiler), Hace Ahmet Yeseviler, Yûnus Emreler, Mevlâna Celâleddin-i Rûmiler, Hacý Bektaþi Veliler  ve daha niceleri bu ortamda, bu ruh zenginliði içinde aranmalý, bulunup temaþa edilmelidir.

Ahmet Yesevi de , Yûnus Emre, Mevlâna, Hacý Bektaþ ve niceleri de birer ozan, birer þair deðil, haber verici, öðretici daha da ilerde birer “mürþid” tir.

Türk insanýnýn kalbine bu ilhamý yerleþtiren Allah-ý Azim’üþ-þan’dýr.

Diðerlerine, Türklerinkinden azýný veren de, yine O’dur.

Araba, Aceme, bilmem hangi kavme hayran; onlarda Allah’ýn Türke verdiðinden fazlasýný, nasip etmediði þerefi varsayýp, Türkü hakîr  görenler bizden deðildir. Allah’ýn Türke lâyýk gördüðünü yalanlayýp, O’na isyan edenler de Ýslâmdan deðildir. Yeri gelmiþken bir dua için ellerimi açýyorum:

“Dinîmiz, dilimiz, vatanýmýz, bayraðýmýz, milliyetimiz ve ona baðlý deðerlerimizin oluþturduðu bu kutsal emanetlerin, beþibir yerdenin gerek ve önemini anladýðýmýzý, onlara sahip bulunmanýn Türklük onur ve þerefine sahip olmak anlamý taþýdýðýný ; onlarý canýmýz pahasýna korumamýz gerektiðini hiç unutmayalým. Bize baðýþladýðý bu ihsanlardan dolayý yüce Allah’a (CC) þükranlar sunalým . Bu deðerleri ilelebet bizden ayýrmasýn. Ýçimizde ve dýþardaki ayrýlýkcýlara da fýrsat vermesin...    (Amin !)”

 

Türklerle Ýlgili Hadisler : (88)

Türkler : Allah’ýn Ýslâm dinîni teyit ettiði kavim : (89)

Hazreti Ebu Hureyre (RA) anlatýyor ,

“Resulullah  (ASV) buyurdular ki:

Þiddetli savaþlar vukua geldiði zaman Allah mevalinden (Arap olmayan müslüman kavimlerden) öyle bir ordu gönderecek. Ýki atlarýnýn cinsi yönünden Araplarýn en kýymetlisi ve silâh yönünden onlarýn en iyisi olup, Allah Ýslâm dinîni onlarla te’yit (takviye) edecektir”.

Türklerle  savaþ (90)

Ebu Said (RA) anlatýyor ,

“Resulullah (ASV) buyurdular ki :

Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniþ-yuvarlak bir kavimle savaþmadýkca kýyamet kopmayacaktýr. Onlarýn gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmýþ kalkanlar gibidir. Kýl ayakkabýlar giyerler , deriden mamûl kalkanlar edinîrler ve atlarýný hurma aðaçlarýna baðlarlar.”

(91) Hz. Ebu Hureyre (RA) (5017) anlatýyor : Resulullah (AV) buyurdular ki : “Ayakkabýlarý kýldan bir kavimle savaþmadýkca kýyamet kopmaz. Siz, yüzleri kýlýflý kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunlarý yassý olan bir kavimle savaþmadýkca kýyamet kopmaz.”(92)

Buhari : (Bab’u gýtalittürk : Türklerle savaþ Babý)

“Küçük gözlü, kýrmýzý yüzlü, yassý burunlu, yüzleri kýlýflý kalkanlar gibi olan (kýldan ma’mul elbise giyen ve kýl içerisinde yürüyen) Türk (ler) le savaþmadýðýnýz müddetçe kýyamet kopmaz .”

Ýbni Hacer :  Bu hadisi þerhinde,Türklerle ilgili olarak þu açýklamayý sunar :

“Sahabe zamanýnda þu hadis meþhur idi.

“Etruku’l Türk ma terakükun: Türkler sizi býraktýkça, siz de onlarý býrakýn, onlarla savaþmayýn.”

Hz.Muaviye; “Ben Resulullah (AV)’ýn böyle dediðini iþittim.” Demiþtir. (Taberi’den)            Ýbn’i Hudeye derki : Ben Hz. Muaviyenin yanýnda idim. Ona , Türklerle karþýlaþtýklarýný ve onlarý hezimete uðrattýklarýna dair bir mektup gelmiþti. Muaviye öfkelendi. Sonra : “ Benden emir gelmedikce onlarla savaþmayýn, ben Resulullah (AV) ‘ýn : “Türkler Araplarý sürecek ve yavþan otunun bittiði yerlerde onlara yetiþecek” dediðini iþittim. Bu sebeple onlarla savaþmaktan hoþlanmýyorum.  (93)

 

Türklerle ilgili bir Hadis :

4545     Ebu Sekîne (ki muharrer azat olunmuþ, hürriyetine sahip) lerdendir. Resulûllah (AS) ýn bir sahabesinden naklen anlatýyor : Resulûllah (AS) buyurdular ki :

“Sizi býraktýklarý müddetçe siz de Habeþileri býrakýn; Sizi terkettikleri müddetçe Türkleri terkedin.” [Ebu Dâvud, Melâhim 8 (4302)]

Bu sarih yani açýk, belirgin hadis’in yorumuna girmeyeceðim, ancak bir yanýlgýya meydan vermemek için iki önemli noktayý çok kýsa cümlelerle dikkatinize arzedeceðim.

Þarihler, hadisleri yorumlayanlar : “Türkler sizi terkettiði, size savaþ açmadýðý müddetçe siz de onlara taarruz etmeyin, Türkler size taarruz etmede önce  davranýrlarsa siz ozaman onlara mukabele edin” þeklinde açýklama yapmýþlardýr. Burada dikkat edilirse insiyatif Türklere býrakýlmýþ Araplara , Türklere karþý tavýr alma hakký tanýnmamýþtýr. “Türklerin gücü þiddetlidir, memleketleri soðuktur. Ýslâmýn ordusu olan Araplar ise sýcak iklimin insanlardýr, bu sebeple Araplarý, Türk yurduna savaþ için gitmekle mükellef tutmamýþ Türklere diðer milletlerden farklý bir ayrýcalýk tanýnmýþtýr.” (95) Ancak Türkler Arap ülkelerine zorla girerse  (Tevbe sûresi Ayet : 36): “Müþriklerle  topyekün savaþýn” emri gereði onlarla savaþmayý Kur’an-ý Kerim’in farzý, yaptýrýmý olarak, zorunlu saymýþtýr. Zira böyle bir durumda cihâd, farz-ý ayn olur. Öbür durumda ise cihâd, farz-ý kifâyedir.

Peygamber efendimizin hadisi dün olduðu gibi bugün de geçerlidir. Arap alemi, hiçbir zaman ne eski Türklerden, ne Beyliklerden, ne de Osmanlýdan, bir tehlikeye, taarruza hedef olmadýðý halde, Türk tecavüzü bulunmadýðý halde; Araplar birçok kez Türkler aleyhine tavýr koymaktan geri durmamýþlardýr. Bilfiil savaþmasalar bile, Türkiye için, yýkýcý faaliyet gösteren, Allahýn rahmetinden mahrum, lânetlenmiþlere destek vermekten geri durmamýþlardýr. Türkiye aleyhine her pisliðin içinde bulunanlara komþularýmýzdan, hem de müslüman komþularýmýzdan, nakit yardýmdan, gerilla eðitimine, her türlü silâh saðlamaktan füzesine varana kadar parmak sokmaktadýrlar. Yani Allahýn emrini, Peygamberin kavl-i Resûlu’nu hiçe saymaktan ,dünkü geçmiþde olduðu gibi , bugün de geri durmamaktadýrlar.

Ancak, bütün zararlý faaliyetlerine, Allah’ýn ve Peygamberin emirleri hilâfýna , kötülerle , lâinlerle iþ birliðinde bulunmalarýna raðmen, Araba “kötü” demekten men edilmiþ durumdayýz.

Yüce Peygamberimiz (SAV) Selmaný Farisi ‘ye :

“Araba buðz edersin , böylece bana buðz etmiþ olursun” (96)

Yine yüce Peygamber efendimiz (SAV) :

“Kim Arabý aldatýrsa þefaatime giremez ve sevgim de ona ulaþmaz”(96) 

Bu emre harfiyen uymak zorundayýz.Türk milletinin Hz.Muhammed (AS) sevgisi ve fýtrat-ý selimi, ahlâký , tabiatý, huyu, alýþkanlýklarý, kýsacasý âlicenaplýðý bunu gerektirir.

Türklerin Atasý : (4768) -Hz. Ebu Bekr (RA) anlatýyor :

Resulûllah (AV) buyurdu ki :

“ Ümmetimden bir kesim insanlar Dicle denen bir nehir yanýnda, Basra denen geniþ bir düzlüðe inerler. Nehrin üzerinde bir köprü vardýr. Oranýn halký (kýsa zamanda) çoðalýr ve muhacirlerin (Müslümanlarýn “Ebu Ma’mer”) beldelerinden biri olur. Ahir zamanda geniþ yüzlü, küçük gözlü olan Benî  Kantûra gelip nehir kenarýna inerler. Bundan böyle Basra halký üç fýrkaya ayrýlýr.

* Bir fýrka sýðýr ve kýr develerinin peþlerine takýlýp ( yani savaþmayýp kýr ve ziraat hayatýna dönerler, bunlar) helâk olurlar.

* Bir fýrka nefislerinin ( kurtuluþunu esas ) alýrlar. (ve Beni Kantûra  ile ) sulh yolunu tutarlar. Böylece bunlar küfre düþerler.

* Bir fýrka da çocuklarýný geride býrakýp onlarla savaþýrlar. Ýþte bunlar þehit olurlar. “     (97)

Bu hadis’in , Resulûllah (AV) ýn mucizelerinden birisi olduðuna Aliyyu’l -Karîi iþaret ederek gerçekten de H-656 yýlý  sefer ayýnda (M: 1257’de) aynen vukua geldiðini anlatýr.(98)

“Benî Kantûra” olarak adlandýrýlanlar Türkler’den baþkasý deðildir.” Konuya, Kadimde yaþamýþ bilginlerin yaklaþýmlarý þöyledir : Hattabi Kantûra Hz.Ýbrahim’in cariyesinin ismidir. Bundan doðan çocuklar, çoðalýp Türkleri meydana getirdiler “ der.

Kantûra’ya Türklerin atasýnýn adý diyenler de olmuþtur.

Diðer bir kýsým alimlerse : “ Türk’ler Hz. Nuh’un oðullarýndan Yafes’ten çoðalmýþlardýr” tezini savunurlar.Her iki fikri de uzlaþtýrmaya çalýþanlar da olmuþtur.

Hattabî : Türkler Benû Kantûra , evlatlarýdýr.

Kurau’n-Nemle ( Lügatçi’dir): “Bunlar Deyle’dir.Türklerden bir cinstir.Guzz (Oðuz) da öyle”.

Ebu Amr: “Türkler Yafes’in zürriyetindendir. Bunlar birçok boylara ayrýlýr.”

Vehb Ýbni Münebbih: “Onlar Ye’cüc ve Me’cüc’ün amca çocuklarýdýr.Zülkarneyn(Büyük Ýskender M.Ö :356-323 ) seddinî inþa ettiði zaman bir kýsmý kayboldular, “terk “edildiler. Bu yüzden onlara Türk denildi.

Türklerin: Tübba neslinde olduklarý,    

Tübba :Hz. Muhammed’in bî-set’den önceleri gelecegini haber veren þairler bir Yemen Meliki. (bi-set: Peygamberimizin mübüvvetinin baþlangýcý.)

Tübba: Cahiliyetten önce ki Yemen Padiþahýna verilen ünvan.)

Efrîdun Ýbnu Saýn Ýbni Nuh zürriyetinden olduklarý ,

 Yafes’in kendi sulb’ünden (soyundan , sülalesinden) olduklarý,

Ýbni Kûmi Ýbni Yafes zürriyetinden olduklarý da söylenmiþtir.

 

Burada büyük alim, Bediüzzaman Said-i Nursi (1876-1960) Hazretlerinin Türklerin soyu,atalarý ile ilgili yorumundan bir kaç bölüm sunacaðým:

“Ýþte ey ehl-i Kur’an dan þu vatanýn evlatlarý !

Altý yüz sene deðil, belki Abbasiler zamanýndan beri bin senedir,Kur’an-ý Hakim’in bayraktarý olarak, bütün cihana karþý meydan okuyup, Kur’an-ý ilân etmiþsiniz. Milliyetinizi, Kur’an’a ve Ýslâmiyete kal’a yaptýnýz.Bütün dünyayý susturdunuz, müthiþ tehacümatý (saldýrýyý ) defettiniz.

 

Türklerle Ýlgili Ayetler :

Maide suresi 54. Ayette. (Mealen) :

“ Ey imân edenler !

Sizden kim dinînden dönerse, Allah onlarýn yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onlarý sever, onlar da Allah’ý sever. Onlar, mü’minlere karþý alçak gönüllü, kâfirlere karþý izzet (yücelik) sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanlarýn kýnamasýndan da korkmazlar.”

Ayetine güzel bir mâ-sadak (yani uygunluk gösterdinîz, mutâbık) oldunuz diyerek,

“Türkler Fahr’i Kâinat (AV)’ýn da övgüsüne mazhar olmuþtur.”

“Türkler hakkýnda sena-i Peygamberî (Peygamber övgüsü) muhakkaktýr. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle hadis var. Fakat bu hadisin hakiki suretine olduðunu , yanýmda Kütüb-ü Hadisiye bulunmadýðýndan bilemiyorum. Fakat manasý hakikat ve Türk milletinin sena-i Peygamberi’ye mazhar olduðu hakikattýr.  Bir numunesi Sultan Fatih hakkýndaki hadistir “ diyerek (5018) sayýlý hadisi örnek göstermiþtir. Bu konuyu bitirmeden :

Feth suresi’nin  “Ýnna fetahna leke fethanmübiyna”

“Biz sana doðrusu apaçýk bir fetih insan ettik” ayetine de  Fatih Sultan Mehmet’in Ýstanbul fethi  güzel bir mâ-sadak olmuþtur.” Örneðini vereceðim.

Maide Suresi, 54.ayetin tefsirini, büyük alim ve Müfessirin Elmalýlý Hamdi Hocadan (99) kendimden bir þey katmadan, özetliyerek aynen sunuyorum.

Bütün bunlar Kur’anýn, meydana gelmeden önce haber verdiði olaylardandýr. Ýbn-i Kâ’b, Dahhâk, Ýbn-i  Cureyc ve diðerleri demiþler ki :

“Bu ayet kýyamete kadar bütün mü’minlere hitaben nazil  olmuþtur.”

Yani bu ayet, sebebi özel, hükmü genel olan diðer bazýlarý gibi, özel bir sebep, özel bir olay üzerine deðil, doðrudan doðruya , bütün mü’minlere mutlak bir þekilde dinden dönmenin hükmünü anlatmak için nazil olmuþtur.

“Ey inananlar !

Sizden fert veya toplu olarak kim dinînden döner, irtidat ederse bilmiþ olsun ki, Allah onlarýn belâlarýný verip, yerlerine diðer bir milleti getirecektir. Öyle bir millet ki, Hem Allah onlarý sever,-dünya ve ahirette hayýrlarýný ister-hem de onlar Allah’ý severler. Ýtaatine koþar, isyandan kaçarlar. Öyle bir millet ki, mü’minlere karþý baþý eðik, yani mütevazi, yumuþak ve merhametli, kâfirlere karþý baþý dik, izzetli, onurlu ve güçlü Allah yolunda cihad ederler. Kýnayanýn kýnamasýndan korkmazlar-yani hem cihad ederler,hem de dinlerinde, pek münafýklar gibi þunun bunun hatýrýnýn gönlüne bakmaz, dedikodudan korkmaz vazifelerini yaparlar. Bu durum, bu vasýflar ise sýrf Allah’ýn fazlý ve ihsanýdýr. O, bunu kime dilerse verir; dileyene de verir.- Binainaleyh, hiçbiriniz ümitsizliðe düþmeyiniz. Düþüp de kâfirlerin arkasýndan koþmayýnýz. Allah’tan bu vasýflara sahip bir millet olmayý isteyiniz , dileyiniz. Fakat bunu zorla alýnan bir hak olarak da zannetmeyiniz, bu vasýflara sahip tek millet ancak biziz veya biz alýrýz gibi inhisar düþüncesine sapmayýnýz.

Elmalýlý Hoca, bu hitap’dan hangi milletin kastedildiði konusunda müfessirinin bugüne kadar ki yorumlarýna yer vererek :

“Bunlar Ebu bekir ve arkadaþlarýdýr.

Ebu bekir, Ömer ve arkadaþlarýdýr.

Önce ensar hakkýndadýr.

Ebû Mûse’l-Eþ’ârî’nin kavmidir.

Ýran milletidir.

Bunlar Neha’dan ikibin, Kýnde’den beþbin, diðer insanlardan üçbin kiþi idiler.” Þeklinde öne sürülen kiþi veya topluluklar belirttikten sonra þöyle söylüyor.

“Fertleri, küçük milletleri, toplumlarý býrakalým da, en büyük misallerini ele alalým. Önce Araplar,kavimden kavime bu hizmeti yapmýþlardýr. Sonra hizmet  Araplardan diðer milletlere doðru geçmiþtir. Hadis-i þerifin de delâlet ettiði gibi, Ýran milleti manen ve maddeten Ýslâma pek büyük hizmet etmiþtir. Sonra bunlar da ayni duruma gelmiþ, bu defa da Allah, TÜRKLERÝ göndermiþtir. Arap ve Farslýlarýn, deðerini bilmeyip zâyi ettikleri Ýslâm Devletini ele alarak Ýstanbula, oradan yeryüzü kýt’alarýnýn her tarafýna yaymýþlardýr.”

Ýstanbulun Fethi hadisesinin açýk ifadesi ve “Umulur ki Allah bir Fetih ve katýndan bir emir indirir” Ýlâhi va’dinîn muhakkak oluþu ve iþareti ile Türkler de bu ayetin müjdesine dahil olmuþlardýr.

“Ey mü’minler, dinînizin kýymetini biliniz.”