BÖLÜM  V

ESKÝ TÜRKLERDE ÝNANÇ

Türkler Ýslâmiyeti fazla zorlanmadan kabul edip , kýlýç korkusu ile deðil anlayýp kavrýyarak, inanýp gönül vererek, ona sarýlýp sahiplenmiþlerdir. Bu gerçekte, Türklerin Ýslâmiyet öncesindeki inanç ve yaþayýþlarýnýn mutlaka olumlu etkisi yer almaktadýr.

Ýslamiyetin Türklere, doðrudan Araptan gelmediði, Ýran üzerinden nakledilmiþ olmasý dolayýsýyla deðiþlikliklere uðradýðý, Perslerin eski Mecûsî Örf ve adetlerini Müslümanlýk içine soktuklarý þeklindeki görüþ ve iddialar hep söylenegelmiþtir. Bu iddialar tümüyle reddedilmese bile yine de gerçeði yansýtmaktan uzaktýr.

Toteizm’ den tutun Animizm’e , Mýsýr dinlerine, Vedizm, Brahmanizm; Hinduiz, Jainizm, Budizm gibi Hindistan dinlerine; Þinizm, Konfiçyüs, Taoizm, Çin Budizmi gibi Çin dinlerine ; Sintoizm, Japon Konfiçyüzmü ve Budizmi gibi Japon dinlerine; Mazdeizm Zerdüþlük, Parsilik, Mitharizm, Manilik gibi ateþe tapmaya kadar giden eski Ýran dinleri de dahil, saydýðýmýz dinlerde sembole veya maddeye tapýnma olgusu aðýrlýklý yer alýr.

Ýslâm öncesinde Araplar putperest idi. Topraktan, çamurdan, hamurdan, helvadan yaptýklarý putlara taparlar, sonra onlarý deðiþtirir, atar, hatta yerlerdi deniliyor.

Sadece Araplar mý ? Asur, Babilonya, Hitit, Firikya, Fenike, Cermen ve Kelt dinleriyle, eski Roma ve Yunan dinlerine kadar, Türkler dýþýndaki bütün milletlerin, kavimlerin eski dinlerinde, maddeye, anasýra, ögelere tapýnma âdetleri vardý.

Býrakýn Ýranlýlarý bir yana, içinde Müslümanlýk güneþi doðmuþ, Arabistanda, Müslüman olduktan sonra bile birçok kavim, hatta bugünkü yaþamlarýnda dahi, halâ eski batýl inanýþ ve davranýþlarýn izlerini taþýmaktadýrlar. Bunu bir dereceye kadar toleransla karþýlamak gerekir. Bazý batýl örf ve adetlerine bakýp, onlarý kâfir telâkki etmeyi Müslümanlýk uygun görmez.

Sayageldiðimiz Ulus ve kavimlerin eskiden kalma Batýl Ýnanç ve Ýbadet þekillerine ait tanýmlamalar içinde Türkleri göremezsiniz. Çünkü Ýslâmiyet öncesinde Türklerde durum, yukarda anlatýlanlardan çok farklý ve ayrý bir özellik arz eder.

Ýslâm dinînin Ýran üzerinden gelmiþ olmasý, Mazoist hurafelerin dine karýþtýrýlarak Türklere empoze edilmesinin mümkün olamýyacaðý , pek çok noktalar yanýnda iki önemli faktör göz önüne alýndýðý zaman kolayca anlaþýlýr:

Bunlardan ilkinde, Türklerin Ýslâmiyetten önceki inançlarýnýn büyük rolü vardýr.

Konunun nezaketi yani önemi ve inceliði dolayýsýyla üzerinde artýk tartýþmaya yer býrakmýycak kesinlikte, eski Türklerdeki DÝN olgusunu açýklýða kavuþturmuþ bulunan büyük tarihçimiz Ýbrahim Kafesoðlundan alýntýlarla birinci faktörü açýklýða kavuþturacaðým. (80)

Eski Türklerdeki inanç sisteminde beþ büyük konu yer alýr.

Totemcilik meselesi

b) Þamanlýk meselesi

c) Tabiat kuvvetlerine inanma

ç) Atalar kültü

Gök Tanrý Dinî

 ve diðer dinler.

 

ESKÝ TÜRKLERDE DÝN :

Bozkýr Türk halkýnýn, dinî bir cemiyet deðil , daha ziyade siyasi vasýfta bir topluluk teþkil ettiðini ve din adamlarýnýn , yerleþik kültürdekilerde , çöl ve orman kavimlerinde görünenin aksine olarak Türkler arasýnda mühim bir rol oynamadýðý görülmektedir. Ancak bu durum, eski Türk içtimaî hayatýnda bir inanç sisteminin mevcut olmadýðý gibi garip bir mânaya alýnmamalýdýr.

Totemcilik Meselesi :

Eski Türklerde Totemciliðin mevcut olduðu ileri sürülmüþ, Kurdun Ata tanýnmasý, bu hayvana karþý saygý duyulmasý baþta olmak üzere, Ortaasya Türkleri arasýnda tesbit edilen ve Totemcilikteki “þuringa” yý andýran put-fetiþler (Altaylýlarda Tözler, yakutlarda Tangaralar ) gösterilmiþtir. Asya Hunlarýnda totemcilik izleri “altýn put”, Çinin þimal komþularý Göktürklerde keçeden kesilmiþ tanrý tasvirleri, 24 Oðuz kabilesini sýralarken, her dört boy için bir kuþu “Ongon” olarak, XIX. Asrýn ikinci yarýsýndaki araþtýrmalarda belirlenmiþtir. Ancak bütün bunlarý eski Türklerde totemcilik inancýnýn mevcut olduðuna dair gerçek delil kabul etmek müþküldür. Çünkü Totemcilik sadece bir hayvaný ata tanýmaktan ibaret deðildir. Bir inanç sistemi olarak onun içtimâî ve hukukî cepheleri de vardýr; Sistemin yaþamasý için bu þartlarýn tamam olmasý gerekir.

Totemcilikte “Ana Hukuku” yürürlükte iken, Türk ailesi esasda baba hukukunun aðýr bastýðý “Pederî” karakterde idi. Bir klan dinî olan totemcilikte mülkiyet ortaklýðý olduðu halde, Türklerde özel mülkiyet büyük rol oynuyordu. Totem inancýnda ayný toteme baðlý olanlar birbirleri ile akraba sayýlýr. Halbuki Türklerde kan akrabalýðý vardýr. Totemci klanda “asalak” iktisat (avcýlýk ve devþirme ) bulunurken, Türk iktisadý : hayvan yetiþtiricilik ve zirât üzerine kurulu idi. Totemci topluluklarda her klanýn ata tanýdýðý ayrý bir totemi bulunur. Türklerde ise, bütün bir kavmin kutlu saydýðý bir tek hayvan mevcuttur. Totemcilikte yalnýz hayvanlar deðil, meselâ bir taþ parçasý, yaðmur suyu vb. totem olabilir. Türklerde kurdun saygý görmesi ise yüzbinlerce baþ sürünün otladýðý bozkýrlarýn korkulu hayvaný olmasýndan ileri geldiði düþünülebilir. Kurt efsanesinin toplayýcý bir vasfa sahip bulunmasý, klanlarý birbirinden ayýran ve onlarý karþý karþýya koyan totemcilik anlayýþýna aykýrý düþmektedir.  Klanda her fert totemin adýný taþýr. Türklerde her ferdin her ailenin ayrý adý vardýr. Nihayet klan, totemine taptýðý halde Türklerde Kurda tapýlmaz. Türklerde totemcilikte görülen ve her dokunduðu þeyi kutsallaþtýran “mana” telâkkisi de olmadýðý gibi, totemcilikte ruhun ölmezliðine inanýlmadýðý halde , kâinatý bile ruhlar dünyasý olarak bilen eski Türklerde dinî inançýn temellerinden birini ruhun ebediliði teþkil eder ve bu sebeple atalarýn ruhlarýna adaklar adanýr, kurbanlar kesilir.

Esasen  Lisaniyatla (dil bilimi) ile ilgili araþtýrmalar da eski Türk topluluklarýnda totemciliðin  mevcut olmadýðýný göstermiþtir.

Çin kaynaklarýnda , Büyük Hun tanhusu Mo-tun ailesinin “ejder soyu” diye anýlmasý o çaðlarda Çinliler tarafýndan hükümdar ailelerine, çoðu hayvan olmak üzere, bir takým atalar uydurulmasý adeti neticesi olmalýdýr. Kaldý ki , ejder onlarda tabiata hükmeden tanrýlardan biri olduðundan , týpký Ýranlýlarýn “Tûrân” Kahramaný Alp Er Tunga’ya Afrasyab (Hin- Ýran savaþ Tanrýsý)  demeleri gibi , ejder de “ Mo-tun”un ailesine kolaylýkla yakýþtýrýlmýþ görülmektedir.

“ONGUN” tabirine gelince, (81) bunda moðul tesirini sezmek mümkündür.  Çünkü bir Orman kavmi olan Moðullar, aslýnda ”asalak” iktisada baðlý, ailede “ana hukuku”nun hakim olduðu, ayný zamanda “totem” telâkkisi içinde yaþýyan bir topluluk idi. Ongun sözünün kökü “on” Türkçe olsa bile  (Uður, Sað) manasýnda ,tabir olarak “Ongon” türkçe deðildir ve gerçekten de Moðullardan önceki Türk dili vesikalarýnýn hiç birinde geçmemektedir.

Bununla beraber, Eski Türklerde “Kartal” Ýnancýnýn mühim bir yer tuttuðu anlaþýlýyor. M.Ö. II. Bin yýl baþlarý olarak tarihlenen Kurat kurganý içinde bir kartal pençesine rastlanmýþ, Kül-tegin’in büstünde serpuþun ön tarfýnda kanatlarý açýk bir kartal kabartmasý yapýlmýþtýr. Bu günkü çeþitli Asya Türk topluluklarýnda da kartalýn mühim yeri dikkat çekicidir ve doðu menþe’li olduðu kabul edilen hakimiyet timsali kartalýn, Türkler’den geldiði ileri sürülmektedir.

Þamanlýk Meselesi :    

Yakutlarla Altaylýlar bu inanca baðlý bulunmuþlardýr. Ancak bu sahalarda Dünyanýn ve insanýn yaratýlýþýna dair rivayetler Türklere has düþünce ürünü olmayýp çeþlitli dinlerden geçen tesirlerin birbirine karýþmasýndan meydana gelmiþtir. Rivayetlerde zikri geçen has isimlerin birkaçý hariç hepsi yabancýdýr : Kuday, Kurbustan, Körmös, Maytere, Mangdaþire, Burkan, Matmas ve benzeri isimlerle Adem-Havva ve yasak meyve hikayelerini andýran motifler bu arada zikredilebilir.

Mütehassýslarýnca belirtildiði üzere, bu Ortaasya dinî gelenekleri baþta Budizm olmak üzere Hint, Ýran, Yunan, Yahudi efsaneleri ile belki eski Türk telâkkilerinden bazý kýrýntýlarýn da katýldýðý, Moðol devrinde vücut bulan bir takým hikayelerin birbiri içine girmesinden teþekkül etmiþ olduðu için, eski Türkçe de ruh, can demek olan “Tin” kelimesinin ayný zamanda nefes manasýna gelmesinden ve ölüm hadisesinin , bedenden “Tin”in çýkýp gidiþi kabul edilmesinden dolayý, kitabelerde doðrudan doðruya ölümü ifade eden “uçtu” tabirinin þamanlýkla ilgisi olmadýðý gibi yine ayný manada “þonkarboldu” tabiri de üstelik, bir güney tesiridir ki, bunlardan Altay, Yakut þamanlýðýndaki asýl tasavvuru, yani þaman Türkün dinî düþüncelerini bulup çýkartmak hemen hemen imkânsýz görünmektedir.        

M. Eliade’nýn Le Chamanisme  adlý eserde , þamanlýðýn Dünyanýn her yerinde eski çaðlarýn bütün kavimleri ile iptidai topluluklarda mevcut bulunduðu, Orta ve Kuzeyasya Türk ülkelerine sonradan, Asyanýn güney bölgelerinden gelmiþ olduðu belirtilmiþtir ki dinden ziyade bir sihir karakteri ortaya koyan ve esasen bir Bozkýr-Türk inanç sistemi olmayan þamanlýðýn tarihi Türk topluluklarýnda görülen, tanrý ve “Yer-Su” inançlarý ile ilgisi mevcut deðildir. Bu ilginin var olabileceði intibaýný uyandýran, Türkçe din adamý manasýndaki “kam” ile “þaman” kelimesinin ayný olduðu yolundaki eski bir iddia da, bizzat “þaman” tabirinin bir Hint-Ýran dilinde keþfedilmesi ile geçerliliðini kaybetmiþtir. Ancak Türk inancý ile þamanlýk arasýnda hayret edilecek bir uyum hasýl olmuþ ve bu bilhassa Türklerde ki atalar kültünün , kartal inancýnýn, demirciliðin ve at kurbanýnýn þamanik vasýf kazanmasýnda dikkati çekmiþtir.

c) Tabiat Kuvvetlerine Ýnanma :

Eski Türkler tabiatta (dað, tepe, kaya, vâdi, Irmak, su kaynaðý, aðac, orman, deniz, demir, kýlýç gibi) bir takým gizli kuvvetlerin varlýðýna inanýyorlardý. Bunlar, ayný zamanda birer RUH idiler. Ayrýca güneþ, ay, yýldýz, yýldýrým, gök gürültüsü, þimþek gibi “ruh-tanrýlar” tasavvur edilmiþti. Ruhlar, iyilik seven ve fenalýk getiren olmak üzere iki gruba ayrýlýyordu.

Asya Hunlarý ilkbaharda, Mayýs ayýnda Lung-çu bölgesinde atalara kurban keserlerdi.

Hunlar, Gök-Türkler ve Uygurlar, iþlerini ay ve yýldýzlarýn hareketleri ile kontrol ederlerdi.

Tabgaçlarda da ilk ve son baharlarda “taþ evler” de atalara kurbanlar kesildikten sonra, civâra kayýn aðaçlarý dikilirdi. Bunlardan kutlu Ormanlar meydana gelirdi.

Eski Türklerde , ölüm halinde yas törenleri yapýlýr, kýrda ise, ölü çadýrýnýn etrafýnda sür’atli atlarla dolaþýlýr, saçlar daðýtýlýr, yüz, kulak býçakla çizilerek kan akýtýlýr, ölenin atlarý kurban edilerek yemek verilirdi. Bu törenlere “Yoð” deniliyordu.

Kitabelerde tabiat ruhlarýna “yer-su” deniyor, “Ýduk Ötüken” ve “tamýð  iduk baþ” adý verilen iki yer-su’dan birincisi karanlýðýn merkezi ikincisi de Tamýr suyunun kaynaðýdýr.

Yer-su’lar maddi deðil, manevi kuvvet þeklinde tasavvur edildiði için onlara tapýnma düþünülmezdi. Bu yüzden, Eski Yunandakine benzer tanrýlar ve aileleri tarzýnda mitolojilere Türklerde rastlanmaz.

ç) Atalar Kültü :

Ölmüþ büyüklere ve atalara saygý, baba hukukunun belirtisidir.

Atalara ait hatýralarýn kutsal sayýlmasý onlarýn yarý-tanrý þeklinde görülmesine hiçbir zaman neden olmamýþtýr.

Eski Yunanda Heroslar için insan kurban edilirdi.

Eski Türklerde ölenin yakýnlarý, eþi veya kölesinin diri diri mezara gömüldüðüne dair söylentiler, hatta Ýbn Fadlân’ýn, Hazar hakanýnýn ölümünden sonra hizmetcisinin gömüldüðünü duymuþ olmasý rivayetten öteye gitmez. Bu, vizigotlardaki insan kurban etme motifinin Türklere de yakýþtýrýlma  çabalarýndan ibarettir.

Türklerde, ölen erkeðin karýsý, ölenle birlikte mezara gömülmediði gibi, evde yalnýz býrakýlmaz, kayýnbiraderi veya bir yakýný ile evlenmek geleneðine uyulurdu.

Türkler, hükümleri altýna aldýklarý, fethettikleri ülkelerde de insan kurban etmeyi tamamen yasaklamýþlardýr.

Kurban, hayvan kesilerek, en deðerlisi at kurban edilerek yerine getirirlerdi.

d) Gök-Tanrý Dinî :

Bozkýr Türk topluluðunun asýl dinî Gök-Tanrý dinî idi. Eski çaðlarda baþka hiçbir kavim ile iþtirâký olmayan bu inanç sisteminde Tengri (Tanrý) en yüksek varlýk olarak yer almýþtý. O, yaratýcý, tam iktidar sâhibi idi.Ayný zamanda “semâvî”  mâhiyeti hâiz olup, çok kere “Gök-Tanrý” diye anýlýyordu. Gök-Tanrý telâkkisinin , toprakla ilgisi olmadýðý için, avcý, çoban ve hayvan besleyici topluluklara mahsus bulunduðu, bu itibârla menþe’inin Asya bozkýrlarýna baðlanmasý gerektiði umûmiyetle araþtýrýcýlar tarafýndan kabûl olunmuþtur. Orta ve Kuzey Asya topluluklarý için karekteristik bir sistem olan Gök-Tanrý doðrudan-doðruya “bütün Türklerin ana kültü” durumundadýr.

Gök-Tanrý itikadýnýn esaslarý, eski Çin kayýtlarý, Orhun kitâbeleri ile diðer Türk ve yabancý vesîkalardan az çok tesbit edilebilir. Buralarda Gök-Tanrý’nýn insanlarýn mukadderatýna hükmeden bir ulu varlýk olduðu belirtilmiþtir. And içmede?** Tanrý adýna yemin yapýlýrdý.

Tonyukuk kitâbesinde Tanrý bâzan “Türk tengrisi” þekliyle o çaðlarda “millî” bir Tanrý olarak görülmektedir. Gök-Türklerin bir hakanlýk kurmasý O’nun isteði ile olmuþ, hakan, Türklere O’nun tarafýndan verilmiþtir. Savaþlarda onun irâdesi ile zafere ulaþýlýr.

Tanrý, ayrýca insanlarýn hayatýna da vâsýtasýz olarak müdâhale eder. Emreden, irâdesine uymayaný cezâlandýran Tanrý, baðýþladýðý kut ve ülüð (kýsmet)’ü lâyýk olmayanlardan geri alýr. Ulu Tanrý þafak söktürür, bitkiyi canlandýrýr.Ölüm de onun irâdesine baðlýdýr. “Karayol” (Kanun, hak) Tanrýdýr. Kýrýlanlarý, yýrtýlanlarý o birleþtirir.Doðru insaný ve yalancýyý Tanrý bilir...Ýnsanlar fâni Tanri ebedîdir.Bulgar kitâbesi de , Türkçe’de ulu varlýk mânasýndaki Bayat (kadîm) Ogan (kaadir), Çalap (mevlâ) tâbirleri aslýnda Tanrý’nýn sýfatlarý olmalýdýr. Þamanlýk eski Türk Gök-Tanrý telâkkisine dokunmamýþtýr.

“Türklerde Tanrý düþüncesinde, maddî gökyüzünden, ulu varlýða doðru bir geliþme  dikkati çeker. Orhun kitâbelerinde yukarýda mavi göðün , aþaðýda kara yerin yaratýlýþýndan sonra ikisi arasýnda insan- oðlunun yaratýlmýþ olduðu kaydedilmiþtir.Metinde geçen “kök-tangri” tâbirinin, gökyüzü olduðu âþikârdýr.O halde eski çaðlarda, yeryüzünde herþeyi hükmü altýnda tutan semanýn, bozkýrlý tarafýndan Tanrý kabûl  edilmiþ olmasý mümkündür. Fakat göğün bütün dünyayý kaplamasý sebebi ile tecessüm ettirilmesine de imkân olmayan Tanrý’nýn, zamanla, gökten ayrýlarak mânevî  kudret hâlini aldýðý anlaþýlýyor. Yâni, Tanrý ebedîliði, “kaadir-i mutlak” lýðý yanýnda, bir þekle sokulamayan ve “her yerde hazýr” olarak biliniyordu. Bir Oðuz’un , Ýbn Fadlân (X.asýr) a “Rabbinizin karýsý var mý “? Diye sorduktan sonra, ikisinin birlikte tövbe etmesi, Tanrý’nýn insan olamayacaðýný düþündüðünü gösterir. Ayný Ýbn Fadlân Oðuzlardan birinin, haksýzlýða uðradýðý yahut hoþlanmadýðý bir iþle karþýlaþtýðý zaman, baþýný kaldýrarak “Bir Tanrý” dediðini nakleder. Abû Dulaf’ın Oðuzlarda put bulunmadýðýný söylemeside mânalýdýr.

XIII.asýr Uygurlarý da Tanrý’nýn insan veya baþka herhangi bir cisim þeklinde tasvir edilemeyeceðini söylüyorlardý. Demek ki, aslî Türk itikadýnda antropomorfizm (putculuk) yoktu. Bundan dolayý da putlarý muhafazaya yarayan yapýlar inþâ edilmiyordu .

Gök-Tanrý’nýn çok eski zamanlardan-belki Hunlardan-beri tek ulu varlýðý temsil ettiðine dâir deliller vardýr. Hunlar devrinde-üstelik VI-VII. asýrlarda artýk vazifesini kaybetmiþ olan-güneþ, ay, yýldýz tanrýlarýnýn mevcudiyeti, Gök-Tanrý’nýn tek kudret olduðu keyfiyetini gölgelendirmez.Çünkü dinler tarihinde tesbit edilmiþtir ki, hiçbir din, hiçbir devirde tek itikat ve amelden ibâret olmamýþ, (hiçbir Tanrý’ya tek baþýna itâat edilmemiþ) ve Tanrý dâima mukaddes sayýlan ikinci derecede yan varlýk inançlarý ile çevrilmiþtir. Türklerde de Gök-Tanrý yanýndaki : Hun devrinde güneþ, ay, yýldýzlar ve Gök-Türkler çaðýnda , yer-sular böylece kutsîler (“aziz”ler) durumundadýr.

Schmidt, Hazarlarýn “bir yaratýcý Tanrý” tanýdýklarýný söylemiþtir. Hazar baþkentine Bizans’tan gönderilen St. Cyrill ile mülâkatý sýrasýnda (862’de) hakan, hýristiyanlarýn Tanrý’nýn “üçlü kiþiliði” ne inandýklarý halde, kendilerinin (Türklerin) tek tanrýya  îman ettiklerini belirtmiþti. Bulgar Türkleri de yaratýcý tek Tanrý’ya inanýyorlardý. Burada yanlýþ bir tefsiri önlemek için belirtelim ki, eski dinlerde görülen gök ile ilgili inançlarda Tanrýlar hep güneþi, ayý, yýldýzlarý temsil etmiþler iken, Türklerin dinînde bunlara ikinci planda yer verilerek, bizzat gök , tanrý sayýlmýþtýr. Gökyüzünün yekpareliði ile tek Tanrý düþüncesinin yakýn ilgisi de açýktýr. Gök dinîni bütün öteki dinlerden ayýran bu husûsiyet “ ilâhî misyon hukuku” anlayýþý ile “büyük tarihi baþarýlara kaynak” vazifesini gören bu inanç sistemini, Orhun kitâbelerinde ifâde edildiði gibi, Türklerin millî dinî hâlinde ortaya koymaktadýr. Nitekim Tanrý kelimesi de bunu gösterir.

Eski  hükümranlýk telâkkisi,  karizmatik (hükümdarlarda insan üstü özelliklerin var olduðu) inancına dayanýr. Vesikalar, Türk hükümdarýna idare etme hakkýnýn Tanrý tarafýndan verildiðini anlatýr : Asya Hun Ýmparatorluðunun ünvaný :

“Gök-Tanrý’nýn, güneþin, ayýn tahta çýkardýðý Tanrý kut’u Tanhu” dur.

Tanrý tâbiri, Baþkýrtca hariç, bütün Türk lehçelerinde vardýr, En aþaðý 2500 yýldan beri  diðer Asya dillerine de geçmiþtir.

GÖK DÝNÝ  Hakkýnda Sayýn Kabaklý : (82)

“ Gökte bir tek Tanrý’ya inanç, atalarýmýzda olan yüksek bir seviyeyi, hakiki bir imanýn varlýðýný gösteriyor. Bütün kâinatýn, yýldýzlarýn, ayýn ve güneþin, yer ve su perilerinin insan ve hayvanlarýn, ölülerin ve dirilerin, bir sahibi, baþý, yarataný olduðuna inanmak, fakat O varlýðýn asýl adýný koyamamak  atalarýmýzýn en üstün vasýflarýdýr ki, onlarýn “BÝR ALLAH”gerçeðini söyliyen Ýslâmlýðý hemen ve toplu olarak benimsemelerini saðlamýþtýr.

 

Kültigin yazýtýnda :

“Üstte mavi gök, altta yaðýz yer yaratýldýkta, ikisi arasýnda insanoðlu yaratýlmýþ” diyor. Bu söz Gök ve Yer’i  “YARATILMIÞ”  (mahlûk) olarak kabul ediyor. Bu cümle adeta, Ýslâmdan önce indirilmiþ semavi bir kitaptan alýnmýþçasýna doðru hissini veriyor.

Yalnýz gökte “TEK TANRI” tasavvuru ile de kalmýyor ; ecdadýmýz Gök-Tanrýya hiçbir zaman, belli “þekil” de yakýþtýrmýyor.

Bu üstün kavram : Tanrý-Tek Tanrý, bu yüksek görüþ Ýslâmiyetin : “Vâcib-ül Vücûd “ (Allah kendisince nasýl icabetmiþse öyledir.) anlayýþýna rahat bir hazýrlýktýr.

Dede Korkuttan :

“Yücelerden yücesin ! Kimse bilmez nicesin Görklü Tanrý.

Çok insanlar seni gökte arar, yerde ister.

Sen hod müminlerin gönlündesin.”

Türkler gibi göçebe bir kavmin, Güneþe, Aya, ýrmak, Dað, Orman, Toprak , Akarsu kaynak gibi hayat baðýþlýyan unsurlara büyük deðer verdiði, hatta onlara tapýnma derecesinde,  kutsadýklarý þüphesizdir. Fakat bunlardan hiçbirini Yaratýcý Tanrý olarak düþünmedikleri, ancak YARATILAN (Mahlûk) saydýklarý da KÜLTÝGÝN anýtýnýn daha ilk cümlesinde görülmektedir. Türklerin, Tek Tanrý, Kudretli ve Manevi Tanrý inançlarý, yeryüzünde de tek bir “HAKAN” düþünmelerine ve ona itaata yolaçmýþtýr.” Diyor.

Tarihte çeþitli Türk kütleleri, bulunduklarý çevreye göre çeþitli dinlere de girmiþlerdir. Bu durum, Türk kavimleri üzerinde menfi te’sirler doðurmuþtur. Çin’de devlet kuran Tabgaçlar, karþýlýklý sosyal ilişkiler yanýnda Budizm’in de te’sîri ile, 495 yýlýnda itibâren ulusal ilişkilerin yasaklanması netîcesinde Çinlileþmiþlerdir.

Israrla: Dinîmiz, dilimiz, bayraðýmýz, vatanýmýz ve milletimizin içine yerleþmiþ, örf, adet, ananelerimizle taçlanan Türklük duygularýmýzdan bir tekinin bile feda edilemiyeceði; varlýðýmýzýn ve bekâmýzýn bunlara baðlý, olduðu burada Tabgaç Türkleri örneðinde de, Suriye Selçuklarýnda olduðu gibi kesin olarak belgelenmektedir.(84)

Bir kýsým Türkler de Mûseviliðe (Hazarlar) ve hýristiyanlýða girmiþlerdi. Türk nüfusunun çoðunluk meydana getirdiði sâhalarda bir menfî te’sîri görülmeyen bu yabancý dinler, bu imkânýn mevcud olmadýðý bölgelerde Türklerin kaybolmalarýnda rol oynadýklarý gibi (Doðu Avrupa’da ve Balkanlarda Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar), 1000 tarihinde resmen hýristiyan olan Macarlarýn Türk kültüründen uzaklaþmalarý, 864’ten itibâren Ortadoksluðu kabûl eden Bulgarlarýn Türklüklerini kaybetmeleri netîcesini doðurmuþtur.

Türklerin kadîm inançlarý ile bazý  bakýmdan uygunluk göstermesi dolayýsýyla, Türklüðü takviye eden sâdece Ýslâm dinî olmuþtur.

Bu bilgileri okuduktan veya dinledikten sonra þu veya bu milletin kendi kadim inançlarýný  Ýslâmiyetle karýþtýrýp Türklere kabul ettirmelerinin mümkün olamýyacaðý aþikâr hale gelmiþtir. Sn. Kabaklý ayný konuda þöyle söylüyor :

“Tarihte hemen hemen bütün Türklerin inandýklarý, katýldýklarý ve benimsedikleri tek din Ýslâmlýk olmuþtur. Adeta bütün milletimize yaygýn denilebilecek bazý inanç motifleri vardýr ki, hangi dinî kabul edersek edelim, milli bir karakter halinde devam etmiþtir. Ýslâmiyeti, kýsa zamanda ve bütün Türkler olarak kolayca benimsememiz ve onu savunmak, yaymak iþini gönüllü olarak üstümüze almamýz ise, en eski ced’lerden beri soyumuzun bütün daðýnýk kollarýnda devam eden o inanç motiflerini yüce Ýslâm dinînde bulmamýzdan ileri gelmektedir.”

Ýslâmiyetteki bütün gerçekler ve Kur’aný Kerim, sanki Peygamberimize teblið edilmeden binlerce yýl öncesinde Türk kavimlerinin kalplerine ilham edilmiþ, yüce yaratýcý Allah-ý azim-ü þan’ýn Hubb-i Ýlâhisi, Mahabbetu’llahý, Allah sevgisi, Türk kullarýnýn gönüllerinde çimlenip geliþip tomurcuk vermiþ, onlarý putlardan, ateþten, sanemden, maddeye tapmaktan uzak tutmuþtur. Türklerdeki bu ilâhi özelik, hiçbir ulusta , kavimde veya boyda rastlanmamýþtýr, yoktur.

Esasen Allah’ýn kulunu sevmesi , kulun Allah’ý sevmesinden önce gelir.

Allah (cc) Maide suresi 119. Ayetinde:

“Allah þöyle buyuracaktýr: Bu , doðrulara doðruluklarýn fayda getireceði gündür. Onlara : içinde ebedi kalacaklarý, zemininden ýrmaklar akan  cennetleri vardýr. Allah onlardan razý olmuþtur, onlar da O’ndan razý olmuþlardýr. Ýþte büyük kurtuluþ ve kazanç  budur.”

Yüce Allah kâinatý yarattýðý, canlýlarýn en þereflisi olan insaný, katýþýk bir nutfeden (Ýnsan suresi ikinci ayet ve Kýyamet suresi otuzyedinci ayet) piþmiþ çamura benzeyen bir balçýktan (Rahman suresi 14. Ayet) çamurdan süzülüp çýkarýlmýþ bir özden (Mü’minun suresi 12. Ayet) yarattý. Ve Ona kendisinden bir parça üfledi, ruh verdi. Bakýn : Hicr suresi 29. Ayetin baþýnda “O’nu düzenlediðim (ben onun yaratýlýþýný bitirip insan þekline koyduðum) ve ona ruhumdan üflediðim zaman....”

“Ruh,”  verdiði , yani kendisinden bir parça üflediði insaný, Allah’ýn sevmemesi mümkün müdür ? Ýnsan da , yine Allah’ýn ona bahþettiði duyularý : Akýl, idrak, izaný  kullanarak Yaratýcýsýný mutlaka sevecektir. Çünkü Yaratýcý : “Onu denemek üzere iþitici ve görücü kýldýk”diyor. (Ýnsan suresi 2,3,5,7,8,9,10.ayetler ve 22. Ayete kadar) Eðer bu denemede insan ona kulluðunu, sevgisini, baðlýlýðýný gösterip rýzasýna erebilirse ne alâ...

Bu kýsa açýklamalarla anlatmaya çalýþtýðýmýz gibi, Yüce Allah (cc) Türk kavmine, diðerlerine göstereceðinden fazla sevgisini göstermiþtir diyoruz. Buna karþýlýk Türkler de daha Ýslâmiyet nuru kâinatý aydýnlatmadan , emirler kendilerine teblið edilmeden, Allah’a yakýnlýklarýný açýkça izhar etmiþler, görünür hale getirmiþlerdir.

Eski Türk inançlarýnda yer alan “Gök Tanrý” tarifinde bu durum bütün açýklýðý ve gerçekliði ile karþýmýza çýkmaktadýr.

Yukarýda Ýslâm dinînin Türkleri nakledilmesinde, Ýranlýlarýn aracýlýk yaptýklarý esnada kendi inançlarýný Ýslâmiyete sokup, hurafelere yer verdikleri iddiasýný geçersiz kýlacak birinci hususu açýklamýþ olduk. Ýkinci noktaya gelince :

Türklerin Ýslâmiyetle tanýþmalarýnýn taa Peygamberimizin saðlýðýndaki günlere uzandýðýna dair olay ve örneklerin bulunmasý ve Perslerden önce islâmiyeti tanýmýþ olmalarý gerçeðidir.

Daha sonraki konular içinde ele alacaðýmýz Hace Ahmet Yesevi’nin hayatýnda önemli yeri bulunan Arslan Babanýn, Ýslâmiyeti görüp anlamasý öðrenip Türklere anlatmasý için, Türkler tarafýndan Peygamber efendimize gönderildiðine dair bulgular mevcuttur.

Profösör Fuat Köprülü Hoca “ilk mutasavvuflar”da : (83)

“Arslan Baba, Menkabeye göre ashâbýn ileri gelenlerindendi. Meþhur bir rivayete göre dörtyüz sene ve diðer bir rivayete göre de yediyüz sene yaþamýþtý. Onun Türkistana gelerek Hoca Ahmedi Ýrþada memur olmasý, bir manevi iþarete dayanýyordu : Hazret-i Peygamberin gazâlarýndan birinde Ashâb-ý kiram nasýlsa aç kalarak onun huzuruna geldiler ; biraz yiyecek istirham ettiler. Hazret-i Peygamberin duasý üzerine Cibril-i Emin, Cennetten bir tabak hurma getirdi ; fakat o hurmalardan bir danesi yere düþdü. Hazret-i Cibril dediki : “Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevi adlý birinin kýsmetidir.” Her emanetin sahibine verilmesi tabiî olduðu için, Hazret-i Peygamber, ashâbýna, içlerinden birinin bu vazifeyi üzerine almasýný teklif etti. Ashaptan hiç biri cevap vermedi ; yalnýz Baba Arslan Ýnâyet-i Risalet-Penâhi ile (Peygamber efendimizin yardýmý ve lûtuflarý ile) bu vazifeyi üzerine alabileceðini söyledli. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, Arslan Baba’ya , Sultan Ahmed Yesevi’yi nasýl bulacaðýný ta’rif ve ta’lim ederek, onun terbiyesi ile meþgûl olmasýný emretti.

Olay, Seyyid Hasan Hâce Nakibü’l-eþrâf Buhâri, “Müzekkir-i” “Ahbab” (Yazma nüsha sa : 299-301); Reþahat tercemesinde, Tibyân-ý Vesâil, Hazinetü’l-Asfiyâ ve Divan-ý Hikmette aynen kaydedildiði gibi Þems adlý bir Yesevi Þairi tarafýndan da bir manzumede anlatýlmaktadýr.

Diðer bir Türk-Ýslâm buluþmasý ise Hazret-i Ebûbekir’in zamanýnda vuku bulmuþtur. Ýslâm dinîni yerinde öðrenip  anlamak maksadýyla Türkistandan  , Ceziretü’l-Arab ‘a Korkut Ata ve Çoban Atanýn Gönderilmesi olayýdýr. Onlar Hazret-i Ebubekir ile görüþüp Ýslâmiyeti kabul ettikten sonra dönmüþler ve göçebe Türkler arasýnda, Sir-Derya kýyýlarý ve Bozkýrlarda  Öztürkçe ile halka hitabederek  Ýslâm dinîni ve onun gereklerini, anlatmalarý ve halký Ýslâmlaþtýrmalarý önemli bir olaydýr. (84) Dede Korkut yani Korkut Ata ve Çoban Atanýn Ýslâmiyeti kabulleri ile  Türkler arasýnda yayýlmasýnldaki gayretleri belgelenmiþtir.  Dede Korkut hakkýnda kýsa bilgiler dipnotta verilmiþtir.(85)

Bu arada gönülden inandýðým, ama açýklanmasý için, daha çok araþtýrýlmasý gereken bir üçlü olayý, sadece zikredeceðim. Araþtýrmacýlara bir ilhâm kývýlcýmý olmasý dileðiyle, Selman-ý Farisi-Arslan Bab-Korkut Ata münasebetlerinin , hatta ayný kiþiler olabileceðinin ele alýnmasý enteresan sonuçlar getirebilir. Yýllar öncesinden ortaya attýðým bu fikir, Naim - Bek Nur-Muhammedoðlu’nun  (86) Beþinci sayfasýnda  (5) numaralý altnotta : Arslan Bab (Selman-ý Farisi ) þeklinde kaydedilmiþ gördüðüm zaman haylice heyecanlandýðýmý ifade etmek isterim.