BÖLÜM II

TÜRKLÜK ve TÜRKLER

Bilginler TÜRK adını  pek çok araştırdılar.

Beşbin yıl evvelinden başlayıp, Heredot’a, oradan Kaşgarlı Mahmud’a ve de günümüze kadar TÜRK kelimesinin kökeni üzerinde pek çok araştırma yapıldı.

Tevarih-i âli Karaman M.Ö 3015 tarihinden öncesinde Türk isminin varlığına işaret eder. (14)

Sayın Kafesoğlu (15) Türk adı başlıklı makalesinde, tarihi belgeleri sıralarken: “Heredot’un şark kavimleri arasında zikrettiği Targita’lar veya İskit topraklarında oturdukları söylenen Tyrkae veya Tevratta adı geçen, Yafesin torunu Togharma veya Hind kaymaklarında Trukha, Turuşka yahut Thraklar, veya Çin kaynaklarında M.Ö. I. Bin içinde rol oynadıkları belirttikten Tik, Di yahut Trıyalılar veya Eski Önasya çivi yazılı metinlerinde görülen Turukular v.b. bizzat Türk adını taşıyan Türk kavimleri sanılmıştır. İslâm kaynaklarında İran menşeli “Zend-Avesta” rivayetleri ile, İsrail menşeli Tevrat rivayetlerinde de Türk adı aranmıştır.

Ben,Tevarih-i âl-i Karaman’ı esas alarak Türk soyunu sizlere sunacağım . Ayrıca Peygamber (SAV) efendimizin soya-sopa , milliyete önem veren hadisleri ile, Türkler hakkında ki hadislerine de yer vereceğim. Önce Kafesoğlun’dan aldığım bazı notları tamamlamak istiyorum:

“Türk adının tek heceli hâle gelmesine Gök-Türk çağında (MS.VI-VIII yy.) Orhun kitabelerinde rastlanır. Kitabelerde “Türk”, fakat daha çok “Türük” şeklinde kaydedilmiştir. Son araştırmalarda “Türk” kelimesinin VI-VIII yy.dan önce yalnız çift heceli söylendiği, daha eskiden ise “Törük” şeklinde olabileceği belirtilmiştir.

Türk adına türlü mânâlar verilmiştir:

Turküe=Türk=Miğfer (Çin)

Türk= terk edilmiş (İslâm kaynakları)

Türk= olgunluk çağı, cezbetmek  (Divanı Lügat’it-Türk)

Türk= türemek (J. Deney-1939)

Türk= türeli kanun sahibi (Z. Gökalp 1923)

Türk= Devlete bağlı halk (G. Doerfer 1965)

Türk= güç- kuvvet (Müller- 1911)

Türk= çok gelişmiş, şekillenmiş, kuvvetli(L. Bazin)

Türk, kelimesini Türk Devletinin resmi adı olarak ilk kullananlar: Gök-Türk İmparatorluğudur. Sonra diğer Türklerin de ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup üstün toplulukları  ifade etmek üzere milli ad haline gelmiştir.

Coğrafi ad olarak Türkiye ise ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmiştir.

Türklerin soyunu, daha önce belirttiğim şekilde, Tevârih-i âl-i Karamandaki açıklamalardan vereceğim  : (14)

“NUH (MÖ :4478-3478) Tufandan sonra Yafes, Dehşt (16) dedikleri sahrada kaldı. Burada Isıg denilen hoş bir göl vardı. (17) Bu mevkiin etrafında onun evlad ve etbai çoğaltı; o zamana kadar bilinmeyen bir takım yerler ve yeşillikler, bunların saiy ve himmetleriyle mamuriyet ve abadaniye irişti. Yafes’in sekiz oğlu var idi. Hepsi yiğit ve cesur kişilerdi. Herbiri hizmetkarlar sahibi idi. Adları Türk, Konur, Yercuc, Tüçin, Yunan, Tunan, Kıyatos, Tors dir. (18) Yafes bunlardan Türkü ziyade severdi. Çünki Türk hepsinin büyüğü ve behadiri idi.

Yafes bu fani alemden göçtüğünde yerine büyük oğlu Türk başbuğ oldu. Bir müddet sonra kardaşlar arasında geçimsizlik baş gösterdi. Tüçin bilahere Çin namını alan uzak şarka gitti ve orada yerleşip beldeler imar etti. Konur kendisine tabi olanlarla kuzeye gitti. O vakit Karadenizin etrafı, boş, sevimli ve nimeti bidat yerlerdi. Ormanları balta ile kestiler,su ve otlak kenarlarında yerleştiler. Madenleri işlediler. Diğer kardaşları da bu suretle diledikleri yerlere göç ettiler. Konurun Şekin, Tuğrum, Rifüs adında üç oğlu vardı.

Bunlar da babalarıyla batıya gitmiş ve Karadenizin güneyinde takım takım yerleşmişlerdir. Bulunduğu yerde kalan Türk binalar kurdu, zürriyeti çoğalttı. Oğlu Yercuc, o vakit Çuğun adım alan Hazer denizine kadar geçti. Tunan, (19) İran dedikleri dağlık semte doğru yürüdü. Bunun pek akıllı bir ğlu vardı adına Keyu (20) derlerdi.Yafesin evlatlarından Yunan (21) cenup ikliminde bulunan Akdeniz civarına göçdü : o zaman buraları da hali ve ormanlık yerlerdi. Yunan’ın dört oğlu vardı büyüğü (Terşis) di; o da Akdeniz sahiline geldi. Bu sahada mamureler kuruldu, bugünkü Tarsus şehri Terşis in adını taşımaktadır. Hatta kelküs (Klikya) dedikleri yer (Kuhistan, dağlık, taşlık el) deTerşis’in oğlu ismile tevsim edilmektedir. Aradan bir müddet daha geçince Türk neslinden ve Hatit (Hitit, Eti) milletinden nice cemaatler bunların üslerine geldiler.”

Batılı gözüyle Türklerden, Rus bilginlerinin araştırmalarından, yeni dünyaya Alaska üzerinden giden Türklerin Kızıldereliler ve ilk Meksika, Peru yerlilerinin ataları olduğu, Çin’in, Moğol’un, Mançurların, Fin, Macar, İranlı ve Ari : Kürt, Çerkez Abaza ve diğer adlar altındaki bütün kavimlerin Türk asıllı olduğu konusunda Türk araştırmacılar fikir birliği etmektedir.

Yeri gelmişken Türkiye’de ısrarlı bir şekilde “mozaik edebiyatı” yaratmaya çalışanların kulaklarını çınlatmak isterim. Hangi mozaik ? Bunların tamamı arı duru Türk’tür. Bize düşen asıl görev,  gerçekleri hem gün ışığına çıkarmak, hem de bunu delilleri ile birlikte yanlışları kafalardan söküp doğruları yerli yerince yerleştirmektir. Zor diyeceksiniz. Mesele de burada. Başarı zoru yenmektir.

Tuçin (22) evladından Fohig, İsanın doğumundan üç bin on beş yıl önce (MÖ: 3015) Çin de bütün teşkilatla iyi bir devlet idaresi kurarak ibkai nignam etti. (23) Fohig çok akıllı idi. Riayeti gerekli nice âdâb, erkan, hüner ve marifet bıraktı. Bu günlerinde dünya güzelleşti. Narincan böyle söylüyor.(24)

Hiyang sahip kıran (25) olduğunda memleketlerde sıkıntı arttı; ikinci akın baş gösterdi. Hatay’dan (26) sayısız kabileler etrafa dağıldılar. Aradan çok zaman geçtikten (MÖ:80) yani Mesihin doğumundan seksen yıl evvel Çin tahtında dördüncü nesilden Kongo bulunuyordu. Bu devirde Çin diyarı ile civarı bir anarşi içinde idi; bu arada Buda mezhebi zuhur ettiğinden günagun karşılıklar çıkmıştı. Yine bu vakitte Türk kabilelerinden Avar, Sarman (Sarmat), Hün kabileleri Rum diyarına göçtükleri gibi mesih de anasından doğmuştu. (M.T:0)

Hazreti Davud (MÖ : 901 - 831) zamanında (27)  Fars ve Cezire iklimleri Türk meliklerinden Tibetin hükmü altında idi.

Bu alanda Türkün çocukları arttı. Asya dedikleri sahranın etrafı onun kabileleri ile doldu. Bunlardan bazı kabileler Kaşgar dağının eteğile Baktırana gittiler. Fars ve Turandan Şansiye’dek yurt tuttular. Kaşgar dağının doğusu tenha ve ferah bir mevki idi. Tutang (28) yerinde kaldı. Ehli Farsın Keyomers dedikleri Keyu (20) bu yerin etrafında serdar oldu. Nice yıllar sonra Tutang bu alemden göçtü. Oğlu İlçi, han oldu, ondan sonra da Baku (29) tahta çıktı. Onun zamanında Hint hıyabanları açıldı. Adına dilnişin (çok güzel) bir şehir kuruldu. Yerine Geyük şehriyar (padişah) oldu. Uzun ömür sürdü ve etrafı mamur etti. Böylece Türk soyundan olan kabileler heryerde arttıkça arttı. Bin yirmi kabile zuhur etti. Geyük Türk hakanlarının ulularındandır; lâkin bu da kalmadı. Öteki dünyaya gitti. Yerine Alinca oturdu; bunun devrinde ümran çogaldı. Bütün Çin, Hata, Şaş, Fergan, Taşkent, Buhara mamur oldu. Fakat putperestlik ayini meydana çıktı. Herkes puta taptı. Alincanin sulbundan ikiz iki çoçuk dünyaya geldi. Birinin adı Moğol, diğerinin adı Tatar idi. Alinca bütün memleketini bu iki oğluna üleştirdi. Bu nâsut insanlık aleminde geçen uzun günler ve zamanlarda Tatarın neslinde Buğa, Bulang, Yelsug, Aksur, ordu ulu hükümdar oldular. Moğolun soyundan da Karahan, Uz, Guz, Kurhan oldular. Tatar neslinden Baydu, han olunca akruba arasına husumet düştü, kavga çıktı, Moğol han babasının verdiği ülkede uzun zaman hükümet sürdükten sonra öldü. Yerine oğlu Karahan geldi. Lakin tevarus edilen cidal ve fitne baki kaldı. Karahan bazen yaylakta oturur bazan de dağdan inerek imaret biladda beldeyi imarda bulunurdu. Makarri (başkenti) Aksert (Aksart) idi. Karahanın bir oğlu oldu, adet olduğu üzere şenlik yapıldı. Doğumundan bir yıl geçtikten sonra da bir toy ve ayin tertip edilerek çocuğa Oğuz adı verildi.

Oğuz doğduğu zaman çok güzeldi. Büyüdüğünde Uz hanın (30) kızını kendisine aldılar fakat geçim olmadı. Çünki Oğuz sireti hamide sahibi (huyu sert, titiz) idi. Bir gün avda diğer amcası Guz hanın kızını gördü begendi. Babası Karahan büyük gelinin üstüne o kızı Oğza aldı. (31) Biraz sonra baba ile oğul arasında fitne uyandı ve bu fitneden kavga çıktı. Oğuz behadirdi; babasının ayağının kaydığını anladı; başına yiğitleri topladı ve babası ile çarpıştı. Neticede Karahan yaralandı ve birkaç gün içinde öldü. Yerine Oğuz oturdu.

Oğuzun tabiatı, yaradılışında anlayışlı idi. Her isteği kendisini sevindirecek bir şekilde hasıl oluyordu. Doğru sözlü idi, Yukarı Asyada bütün ülkeler onun emrine itaat etmişlerdi. Bütün kötü işler onun sayi himmeti ile düzelmişti.

Bu taktirce Yafes’in oğlu Türk, Türk ve Tatar milletinin büyük atası oldu, Çin ve Maçin ve Türk-Tatar onun sulbünden geldiler ve Alincanin zamanına kadar hoş geçindiler. Kamusu umman, derya bir ad ile adlandılar. Neden sonra Türk ve Tatar diye iki isim zuhur etti. Hud (MÖ . 2678-2214) peygamber ahdinde Oğuz han ortaya çıktı (32) o geniş memleketi hükmü altına aldı. Kendi din ve ayinine tabi olanlara riayet etti, olmayanlar Tatar tarafına kaçtılar. Bu suretle tatarla arası (33) açıldı, savaş açtı. Oğuz tamamen galip geldi. Tatarın bütün şehirleri çapulla karma karışık oldu. Hadsiz, hesapsız ganimet ele geçti.

Bundan sonra Oğuz dizginini çevirdi, Çine, (Hataya), kadar gitti.(34) Orada Tibet ile deniz kıyısında bulunan (Haveri Hit)i bir sel gibi geçti. Nihayet dağlık ve taşlık bir yere geldi ki burada başbuğlarının adını taşıyan kalabalık (Hit Borik) kabilesi oturuyordu.(35) Bunlarla cenge tutuştu. Hit Boruklar arı gibi hücum ettiler. Öyle kavga oldu ki gürültü ve patırtıdan sağa, sola perişanlık geldi ve çekilmeye mecbur oldu. Oğuzhan maiyette kalanlarla yayık ırmağına vardı. Orada çadırını kurarak dağılanların, geri kalanların arkasını aldı. Asker arasında Oğuz’un zabitlerinden birinin karısı vardı. Kocası savaşta şehit olmuştu. Onun kanlı gömleğini getirerek Han’ın önüne koydu. Oğuz emretti, onu bir mızrağa astılar ve adına (Kanlı Bayrak) dediler. Bundan böyle de her cenkde o bayrağı taşımak adet oldu. Kadın harp esnasında içi boş bir ağacın içinde bir çocuk dünyaya getirmişti. Oğuz buna da Kıbcak adını verdi. Oğuz han yetmiş iki yıl cenk ve cidalden sonra memleketine döndü. Aradan yirmi yıl geçince, yine Hit Boriklarla savaşa başladı. Memleketlerini baştan ayağı hükmü altına aldı. Kıbcak artık yiğitlikte kemala irişmişti. Oğuz onu türlü türlü kabilelerle meskun olan (Başkurt) diyarına gönderdi. Kıbcak Yayık ırmağını geçti, Ural dağlarını teşhir etti (zapt etti) buraya ki bilahare Deşti Kıbcak namı verildi. Oğuz han bundan sonra Turan ve Hint seferlerini yaptı. Turana baştan başa hakim oldu. Taşkent ve Kişmir şehirlerini kurdu. Avdetde Buhara ve Semerkanda geldi. Zaptetdiği yerlere birer daruga (36) koydu. Gour vilayetini de yed-i istilasını geçirdi. Demir Dağdan aşdı, bu Dağ gayet sık ormanlı bir dağ idi. Hülasa ne soğuk, ne sıcak, ne dağ, ne çöl azmine engel olmadı.

Oğuz, Hint seferinden iki yıl sonra sayısız erle yerinden kalktı. Nice yüce dağlar aşarak Hamun nehrine geldi. Buradan geçerek Elcezire ve Dimişk’ı zaptetti. Oralara iyi adetler koydu. Oğuz Şama geldiğinde otağ kuruldu ve istirahata koyuldu. Birgün altı oğlunu yanına çağırdı, büyüklerine Gün, Ay, Yıldız küçüklerine Gök, Dağ, Deniz deniyordu. Büyüklerine birer mızrak ve küçüklerine birer ok verdi.(37) Mızrağa şahlık ve oka vezirlik alametidir dedi. Oğuz han bundan sonra Türkistandan ki “yas” şehrine döndü. Çünkü bütün ehl ve ayali orada idi. Akibet ecel yakasını aldı ve yere çekti. Yüz yirmi yıl saltanat sürmüştür.(38)

Tevarih-i âl-i Karaman’ın Nuh Tufanı ile başlattığı, Türk soyu hakkındaki ifadelerine yardım eder düşüncesiyle Hazreti Nuh aleyhisselâm ile ilgili bazı tarihler üzerinde duracağım. (39)

Hz. Nuh (A.S.) M.Ö : 4478 yılında doğmuştur, bin yıl yaşadıktan sonra M.Ö. : 3478 tarihinde vefat etmiştir.

“Nuh Tufanı” olarak bilinen, büyük tufan, Nuh Aleyhisselâm 650 yaşında iken vukubulduğuna göre, tufanın oluşu M.Ö. : 3828 tarihindedir.

Nuh’un oğlu Yafes, Erbesise ile evlenmiş, ilk oğlu “Türk” dünyaya gelmiştir. Yafes’in evlenme tarihini bilmiyoruz. Ama tufan esnasında oğulları ve gelinleri de gemide bulunduğu göz önüne alınırsa, (40)  evlenme yılının M.Ö. : 3828 tarihinden eskiye dayandığı anlaşılabilir. Böylece “Türk” soyunun başlangıcı, 6000 yıl öncesine kadar uzanıp gider.

Çin yıllıklarında, batı kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde canlandırılmıştır. Fakat Orta-Asyadaki kazılarda elde edilen antropolojik bulguların incelenmesi ile iki kavim arasında soybirliği bulunamayacağı ortaya konmuştur. Ancak bu iki kavim tarih boyunca Asya Hunlarında ve Tabkaçlarda olduğu gibi, Moğollar Türk idaresinde bulunmuş veya Batı Hunları ve Avarlarda olduğu gibi Moğollar Türklerle birlikte uzun göçlere katılmışlardır.

Türkler beyaz ırka mensuptur.

Yeryüzünde mevcut üç büyük ırk gurubundan “Avrupai” adı verilen grubun “Turanî” tipindeki brakisefal (yuvarlak, önalt ekseni yakın) kafalı, beyaz renkli, düz burunlu, değirmi çehreli, hafif dalgalı saçlı, orta gürlükte sakallı ve bıyıklı’dır.

Turanî tipinin, Ortaasya, Mavareünnehir ve diğer yakın doğu, Türkleri de, beyaz tenli koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü (ay yüzlü, badem gözlü), endamlı, sağlam yapılı şeklinde tarif edilirler.

Ortaçağ kaynaklarında Türk, güzelliğe örnek olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında “Türk” kelimesi, güzel manasında kullanılmıştır.