ÖNSÖZ

I-                   BAŞLANGIÇ

II-                 Türklük ve Türkler

III-              Türk Dili – Türkçe

IV-              Yûnus Emrede Dil

V-                Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç

VI-              Türkler ve Müslümanlık

VII-           Tasavvuf – İslami Tasavvuf

VIII-         Hacı Ahmet Yesevi’den Şeyh Sinan Efendi’ye – Taptık Emre’ye

Yunus Emre’ye Uzanan Nurlu Bağ

IX-              Yûnus Emre ve Eseri

X-                 Bitiriş

ÖNSÖZ

Yirminci asrın ikinci ve üçüncü çeyreğinde eli kalem tutan bir kısım yazarlarımız, “Yûnus Emre gerçeği”ne yeterince yaklaşamadıkları için  onu, şaşaalı isimlerle tanınan Mevlâ'na Celâleddinî Rûmi’den, Hacı Bektaşî Velimden, sair Anadolu alp erenlerinden yahut ta doğuda yetişmiş Ömer Hayyam, Şeyh Sadi gibi diğer İranlı düşünür ve şairlerden ilham alan, Arap ve Fars kültürünün kenarından, kıyısından geçmiş bir halk ozanı aşık gibi görerek, ya hiç üzerinde durmazlar veya “adet yerini bulsun” için, üç beş kelâm etmek zahmetine katlanırlar.

Yûnus Emre, kendisinden önce gelip geçmiş ve az-çok adından bahsettirebilmiş hiçbir düşünür veya şairin izinden giden, yahutta onları ilham (esin) kaynağı yaparak, şairlik sevdası güden biri, halk aşıkı bir ozan, sıradan herhangi şair değildir.

O, irfan denizinde, denizin ta içindeki denizin kendisidir. Ucu bucağı, kıyısı, kenarına kolay ulaşılamayacak bir umman’ın ta kendisidir.

İlham aldığı tek kaynak, Kur’andır.

Mürşidi yol göstereni Peygamber efendimiz (S.A.V.) ve hocası, hacesi Ahmet Yesevi hazretleridir. Yûnus Emre’nin seslenişinde, diğer bazı zevatın söylemek istediklerini çağrıştıran yanlar, yönler fikir ve diğer benzerlikler varsa bu, Yûnus Emre’nin onlardan bir şeyler almış olmasından değil, her birinin testisindeki suyun ayni pınardan dolmuş olmasından kaynaklanmaktadır.

Yûnus Emre dahi, Mevlâ’na Celâleddin gibi ,Şeyh Sinân gibi, Tapduk gibi ve daha diğer pek çok mürşid gibi Hace Ahmet Yesevi ekolünün ürünüdür. Bu, başlangıcı Kur’an ve Hadis’i-Kudsi’ye yani Peygamber efendimize dayanan, ama Yesevi aracılığı ile Türkleştirilen bir İslâm-tasavvuf ekolünün meyvesidir. Öyle bir meyve ki:

“Tuba-i hilkatten semavat şıkkına hep Kehkeşan ağsanına Bir cemil-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış.

Pek güzel bir meyve”ama benzerleriyle yanyana koyulup kıyas dahi edilemeyecek nadide bir meyve.

Sizlere bu büyük dehayı Veliyi, Mürşid’i, hikmetler manzumesini anlatmaya, özellikle “Türk Dilinin Anadolu’daki üç temel direği; ÜÇ KARAMANLI” Serisini verebilmek için, yazmaya kalkıştım.

Yoksa, O ummanın yanında, nemli  havadaki hafif pus’u ince sis’i meydana getiren, tek başına gözle fark edilmesi bile mümkün olmayan bir su zerreciğinin, ummanı anlatmaya kalkışmasının çokça gülünç olacağını içimde hissedebiliyorum.

Yûnus Emre’yi  kaleme alırken başka bakımlardan da tereddütlerim oldu. Fıkıhtan bahis açmam, tasavvufu anlatmaya kalkışmam, daha da ötesinde, Türklerin kökünden, Türk dilinden ve lehçelerden söz etmem gerekli miydi diye uzun uzun düşündüm.

Acaba okuyucuyu, diğer insanları tasavvufa yönetmeye teşvik için mi uğraş  veriyordum? Sözlerim, yazdıklarım, yanlış anlaşılmama mı neden olacaktı?

Biraz daha etraflı düşündüğüm zaman konuyu derinlemesine ele almak zorunda bulunduğum fikri daha ağır bastı.

Zira “Yûnus Emre gerçeği” ne ulaşmanın, “İnsan-ı Kâmil  mertebesindeki O büyük deha’yı anlatmanın tek yolu vardı:

İslâmiyetin bütün kapılarını, Kur’an, Hadis, Farz, sünnet, Şeriat, Fıkıh, Tasavvuf ve daha başkalarını, “tıklatmam” gerekiyordu. Lütfen ifâdeme kulak verin.

“Açmam” diyemiyorum, “çalmam” da diyemiyorum.

“Tıklatmam” kelimesini kullanıyorum. Bunda, korku var, çekingenlik var, cehaletin hicabı var, ar duygusu var. Çünkü o yüce kapıları açacak veya “tak-tak” diye çalacak ne cesarete, ne yüze, ne de yüreğe sahibim.

Ama, mecburum. O’nu anlatmaya, O’na yaklaşma çareleri aramaya mecburum. Allah’a (cc) Peygamberimize (SAV), dinîme, dilime, vatan ve milletime, bayrağıma, özellikle de Karamana, Karamanlılara, ödemek mecburiyetinde bulunduğum borçlarım var.

Şimdi sızlanmayı bir kenara  bırakıp, beni zorlayan daha başka gerçeklerden de söz edeceğim.

Tasavvufu öğrenmek, illâ ki tasavvuf ve tarikata girmeyi düşünen Müslümanlar için değil, hepimiz için gerekli bulunduğuna inandığım bir eğitim, bir dinî terbiye konusudur.

Tasavvuf, ruhsal bir öğreti ile insanları, gönül zenginliğine, hoş görüye, Yüce Yaratıcı’nın paha biçilmez eseri olan insana, tabiata, cümle yaratılmışlara daha çok değer vermeye yönlendirir. Hakk’a, hukuka, ananevi değerlere saygıyı öğütler. Bunlarsa, gerek tek tek bütün fertleri, gerekse toplumları yüceltir. İnsanı gerçekten insan olmaya yönlendirir. Kalbi temizleyen, ruhu yücelten, karşılıklı hak ve hukukun sınırlarını belirleyen bir yönlendirme aracı olarak insanlara değer kazandırır. Günümüz dünyasında, bilimin, tekniğin ileri teknolojilerin getiremediği iç huzuruna erişmeyi sağlar, en azından kolaylaştırır.

Dahası; Tasavvuf hakkında doğru ve sağlam bilgilerin öğrenilmesi, İslâmiyet’i ve tasavvufu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kişi veya topluluklara bu fırsatı vermez. “İyi niyetli fakat yeterli bilgiden yoksun toplumlar, çoğu zaman yanlış yönlendirilerek, dine, inançlara, kendilerine ve ülkelerine zarar getirecek davranışlara sürüklenmişlerdir.

Temeli, Allah sevgisine, kâlp arınmasına, nefis tezkiyesine (temizlenmesine) dayanan Tasavvuf, bu tür bütün cereyanları önleyecek en emin çaredir.

Ve dahası: Tasavvuf, modernleşiyoruz zannettiğimiz yeni çağların, insanın ruhsal yapısında, gönül aleminde, akıl ve beden fonksiyonlarında meydana getirdiği,hızla artan büyük çöküntülere, hızla çoğalan kötü alışkanlıklara karşı en etkili en şifalı ilaçtır. Hem tedavi edici, hem önleyici özelliklere sahiptir.

Ben bir hekim gözüyle, bu eserin sonundaki bitiriş bölümünde, Allah’ın izn-i keremiyle, Tasavvufun tecell-i timsali (görülebilen örneği) saydığım Yûnus Emre esprisine yakınlaşmakla hangi hastalıkların, nasıl şifaya kavuşacağını da sizlere açıklayacağım.

Sunduğum “Yûnus Emre” yi on bölüm halinde ele aldım.

1- Başlangıç

2- Türklük-Türkler

3- Türk Dili- Türkçe

4- Yûnus Emre de Dil

5- Türlerde İslâmiyet öncesi inanç

6- İslâmlık ve Türkler

7- İslâmi Tasavvuf

8- Peygamber efendimizden, Arslan Baba (Selmanı Farisi)-Ahmet Yesevi-Şeyh Sen’an Hoca-Taptuk Emre ve Yûnus Emre’ye uzanan Semavi Zincir

9- Yûnus Emre ve Eseri

10- Bitiriş

Bu bölümleri kaleme alırken, her konunun ustası, üstadı, adete sahibi haline gelmiş değerli otoritelerin eserlerinden yararlandım. Yeri geldikçe alıntıların membaını, eserin adını, yazarını, basım evini, basılış tarihi, şehri “ard not” şeklinde verdiğim gibi adiyle, sanıyla metin içinde belirttiklerim de oldu. Ayrıca okuyucuya, konu ile ilgili eserlerin adlarını vererek, daha çok ilgilenmek isteyenlere yardımcı olmaya çalıştım.

Ben olayların akışı içerisinde, yetmiş yıllık ömrümün en azından elli yılını uzun veya kısa süreler halinde, ustaların, üstadı- azamların yanında  çırak olarak bulunmak şerefine eriştim. Belki çoğundan yeterince yaralanmayı o vakitler  kavrayamadım; fakat pek de eli boş dönüp vaktimi boşa harcadığım söylenemez.

On yılı aşkın süre Prof. Fuat KÖPRÜLÜ ile DP de aktif siyaset ortaklığı, birazcık edebiyat, beş yıl Prof. Feridun Nafiz UZLUK hocamla ilim ve tarih, 20 yıl Dr. İbrahim Hakkı KONYALI ile tarih araştırması ve Yûnus Emre, 1984’e kadar değerli bilim ve araştırmacı Sn. Emel ESİN hanımefendi ile Yûnus Emre, Ahmet Yesevi ve Karamanoğullarının paraları ve ongunlar üzerinde  çalışmalar yedi yıl aralıklarla Prof. Şehabettin TEKİNDAĞ Hoca ile Karamanoğulları Tarihi ve Yûnus Emre, değerli Hocam İzzet KOYUNOĞLU ile Yûnus Emre, aziz  kardeşim Prof. İbrahim Hulusi GÜNGÖR ile Yûnus Emre, değerli Hocam Prof. İbrahim Agâh ÇUBUKÇU ile İslâm felsefesi ve Yûnus Emre  konularında kendilerinden feyiz aldım.

Bu değerli isimlerden ayrı olarak, 1961 yılından itibaren düzenlediğimiz Türk dili ve Yûnus Emre yi anma günlerinde Sayın Ahmet Kabaklı Hoca gibi kürsü paylaştığımız konuşmacı üstatlarla bilim adamları ve hocalarla yakınlıklarımızı bazen çok iyi, fırsat buldukça sürdürdük, bazen de tatlı sert  görüşmeler yaptığımız Abdülkadir  Gölpınarlı Hoca gibi üstatlarla da arada bir  didiştiğimiz oldu. Can dostumuz  Prof Mikail Bayram, Mehmet Önder, Fevzi Halıcı ve kaydetmediğim bir çok dost isim ile zaman denilen feleğin çarkını aramızdan çıkaramadığımız için uzak kaldık, ama onları yine de unutmadık. Sıtkı Soylu kardeşim her üç ayda bir eser vererek ve bana da göndererek, zaten unutmaya izin vermiyor. Bu isimleri niçin açıkladım.

Önce övünmek için : Her biri bulunmaz değerde, çalışmalarıyla, dostlukları ile övünülecek bilim aşıkları. Ayrıca Karamanoğulları tarihi ve Yûnus Emre konularında her biri birer otoritedir.

Bunların dışında eserleri dolayısiyle kendileriyle yüz yüze tanışmış kadar aşina saydığım üstatlardan da  birkaç kelime söz etmek istiyorum:

Dr Mustafa Tatçı “ Yûnus Emre Divanı” I ve II. Ciltleriyle, Türk edebiyat tarihine 991 sayfalı bir hazine, bir eser kazandırmıştır. Hayır eksik kelime kullandım. Eser değil, şaher kazandırdı. Bu hazine, değerini sadece şimdiki muhtevasından almakla kalmıyor, gelecekte Yûnus Emre'yi araştıracaklara yüzlerce hedefi birden gösteriyor.

Kendisini yürekten kutluyorum.

Bu anıt esere dil uzatmak babayiğitlerin harcı olsa gerek. Ben yine de babayiğitliğimden değil 991 sayfa, 44500 satır, 440.000 kelimeden oluşan bu anıtın sadece bir sayfasının içinde iki satıra dahi varmayan bölümüne karşı çıkıyor, sanki güve yeniği gibi sırıtan 17 kelimelik bir cümleyi ilerde kitabı kadim olacak böylesi bir esere hiç sokmayaydı diyorum. Hem de kendi görüşü olmaktan çok nakle dayanan bir cümle. Yeri geldiğinde bu cümleye tekrar döneceğim.

Dr. Tatçı, Yûnus Emre Divanını, Karaman nüshasını esas alarak, tam anlamıyla akademik çalışma sonucunda ortaya koymuştur. Zaten  eseri mükemmel yapan taraflarından birisi de bu yönüdür. Tatçının eserinden özellikle tasavvufu anlatırken ve örnek dizeler verirken yararlanacağım. Ancak, kitabımı okuyacak halk kitlesini göz önüne alarak daha sadeleştirilmiş anlatım, deyiş kullanan Profesör Faruk Timurtaş Hocanın, Profesör Burhan Toprağın, Maarif Kitaphanesinin, Dergah yayınevinin Yûnus Emre Divanları ve Güldeste gibi çok kıymetli eserlerden de faydalanacağım.

Hele bir tanesi var ki, ifadesi yanında, açıklamaları da vererek istiareler (kelimenin manasını başka anlamda) kullanma ve mecazlar (kendi anlamı ile değil, eş anlamla çağırımlar yapma) yüzünden halkımızın çözmekte zorlandığı  dizeleri, şiirsel bir nesirle aktaran Sn. Mustafa Necati BURSALI’nın Yûnus Emre Divanın’dan da yararlanıp, örneklemelerde bulunacağım.

       YUNUS EMRE